Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İstanbul'da Bir Turist (2)

  "Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım... Yapamadım... Yazmasam deli olacaktım." Demiş "Haritada Bir Nokta" adlı öyküsünde, Burgazada'nın efsane yazarı Sait Faik Abasıyanık. Adalar üzerine ne şiirler, ne şarkılar, ne çok anı var... O adalarda yaşayan şairlerimiz ve bir o kadar da hikayemiz... Daha önce İstanbul'daki adalardan birinde yaşayan kimseyle tanıştım mı? Hatırlamıyorum. Hatırladığım ilk kişi benim hayatıma renk katan dostum, üniversitedeki ev arkadaşlarımdan Senem oldu. Tam bir Burgazada aşığıdır, adadan ilk ayrılışı üniversite nedeniyle olmuş... Toplu taşımaya binince midesi bulanır "bizim adada araba yok ne yapayım alışık değilim" derdi. Hiç unutmuyorum o sene adada büyük bir yangın çıkmıştı ve Senem'i TV başından kaldıramadık, günlerce ağladı. Çok zor teselli ettik...  Sonrasında defalarca adaya gidip onun neden o kadar bağlı olduğunu anlama fırsatım oldu. Uzun zaman geçti o da artık adada yaşamıyor ama bir kez a...

Casa Botter; bir "zamanda yolculuk" hikayesi...

  Tarihi yerleri hep sevdim...  Tatillerde ' antik kent' leri görmeden döndüğüm çok nadirdir. Yazın kavurucu sıcağında yanımdakileri de sürükleyerek tarihi kalıntıları gezmişliğim çoktur...  Bizden asırlar önce orada olan insanların yaşadığı yerlere dokunmak, onların geçtiği yollarda yürümek 'zamanda yolculuk yapmak' gibi gelmiştir hep... Son zamanlarda aynı hisleri, yanından defalarca geçtiğim ve sadece dışarıdan görebildiğim binaları gezerek yaşıyorum.  "İstanbul'da Bir Turist" yazımda  buradan ulaşabilirsiniz  İstanbul'u keşfetme hikayemden bahsetmiştim. Bu keşif gezilerine "İBB Miras" sayesinde tarihi binalar da eklendi...  İBB ; restorasyon çalışmaları başlattığı tarihi binalar, surlar vb. yerler için, şantiye sürerken görmek isteyenlere uzman rehberler eşliğinde keşfetme imkanı sunuyor.  Bu ilginç deneyim, tarihi yerleri gezmeyi sevenlere bambaşka keyifli bir pencere açıyor...  İkaz yelekleri ve başınızda baretlerle güvenli alan içi...

Büyüyünce geçer mi?

  Çocuğu çekiştirerek otobüse zar zor binebiliyorum. İnsanlardan müsâde isteye isteye orta tarafa ilerliyorum. Camın önündeki alanı sıkıca tutmasını tembih ederek önümde sıkıştırıyorum, montunun kapüşonunu da çaktırmadan tutarak garantiye alıyorum. Bütün gün başımın etini yedi... "Anne ne olur uçağa binelim" Diye tutturdu. Kızım durup dururken uçağa mı binilir? Yaz gelsin anneannenlere giderken bineceğiz. Yok ne desem olmadı. En sonunda tepemi attırdı. Yeter artık! O sırada otobüs geldi de Allah'tan itiraz edemeden aceleyle bindik. Neyse... Dışarıyı seyretmeye daldı da sustu, yoksa inadı insanı canından bezdirir. Annem "aynı sen" diyor. "Merak etme büyüyünce geçer" diye de ekliyor kendisinden emin her zamanki o tavrıyla... Çocukken ben de böyle diretirmişim. Ne zaman vazgeçtim acaba diretmekten? İstediğim şeyler için mücadele etmeyi hangi ara bıraktım? Sırf uğraşmamak için "tamam, senin dediğin gibi olsun" demeye ne zaman başladım? Durağımıza...

Pazar, kuşlar ve Nazım Hikmet

"Her sabah şu camı açmasan olmaz mı?" Yorgana daha da sarılarak söyleniyor... Olmazz! Diyorum neşeli neşeli... Hem temiz hava girsin içeri hem de kuş sesleri. "Başımı ağrıtıyor bu kuş sürüsü... Hep sen alıştırdın bunları!" Homurdanıyor... Kuş seslerinden rahatsız olan kaç kişi var acaba şu hayatta? Büyütmüyorum. Peki hayatım... Camı kapatıp salona geçiyor ve beyefendiyi odada yalnız bırakıyorum. "Negatif" enerjisini bana bulaştırsın istemiyorum. Bugün ekinoks günü, bahar geliyor! İçim kıpır kıpır. Kimsenin bunu bozmasına izin vermeye niyetim yok! Kararlıyım. Bizim ufaklık salonda çizgi film izliyor. Abisi eline mısır patlağı vermiş normalde kızarım ama pazar günleri geç kalkıyoruz diye serbest bıraktım. Bir günden bir şey olmaz... Büyük oğlan kafasını bilgisayara gömmüş, kesin oyun oynuyor. Ona da pazar günü özgürlüğü verdim hiç ses çıkarmıyorum... Sessizce yanlarından süzülüp mutfağa geçiyor ve dünden kalan ekmekleri ufalıyorum. "Anne sakın!" Bi...

Umut edenler durağı...

"Vefa'dan geçer mi?" Diye sordu tıkış tıkış minibüse binerken "geçer abla" dedi genç şoför. Bir eliyle tutunacak yer buldu, diğer elini de daha önceden ayarladığı parayı cebinden çıkarmak için uzattı. Eldivenle parayı çıkarmak düşündüğünden daha zor oldu ama başardı ve şoföre uzatması için yanındaki kadına rica etti... Nasıl sorsam acaba? Diye düşünürken önündeki kadınların konuşması dikkatini çekti. Anladığı kadarıyla herkes oraya gidiyordu. Bir ben duymadım herhalde bu zamana kadar baksana kar kış demeden millet yollara dökülmüş. Neyse kimseye sormama gerek kalmadı şu kadınları takip etsem yeter diye sevindi. Minibüs tıka basa kadınlarla doluydu... Sanki kırk yıllık dost gibi aynı şeyleri konuşuyorlardı "bildiğin gibi değil, herkesin ne duaları kabul oldu! Çok kerametli, çok!" Allah Allah dedi bu kadar insan bilip gidiyorsa vardır bir hikmeti... "Şu meşhur gazeteci var yaa... O bile burada ettiği dualarla hamile kalmış." Sanki kendi gelinin...

Pamuk yağmuru...

Sanki kendi omzuna dokunup desteklermiş gibi "aldırma Gönül" dedi.  Bırak! Kırıp döksünler. Sen onlar gibi olma!  Az önce tıka basa dolu otobüsten zar zor inerken, elindeki çantaya bakıp kıkırdayan kadınları düşündü. Onlar ne bilecekti ki? O çanta annesinden kalan tek hatıra. Kendi elleriyle dokumuştu anneciği... Eskiyip dökülünce elinden geldiğince yamamıştı ama o annesi kadar becerikli değildi işte... Olsun! O eski püskü haliyle bile onu hatırlatan 'tek ve en kıymetli' şey. İstedikleri kadar dalga geçsinler önemli değil dedi ama kalbinde hissettiği sızıya engel olamadı. Ansızın bastıran kar yağışıyla biraz telaşa kapıldı, adımları hızlandı. Kocaman pamuk parçalarına benzeyen kar taneleri üzerine düşerken, yüzünü gökyüzüne kaldırıp yumuşacık dokunuşlarını hissetti... Huzur veren bu hisse kendisini öyle kaptırdı ki az önceki sızıyı bile unuttu. Üzerini hızla kaplayan pamuk taneleri altında eve doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Biraz üşümüştü... Hafta sonu için o...

Bazıları maske sever...

"Avrupa Yakasında"ki Şahika gibi "tane tane anlat bee adamm" diye bağırıyorum!  Sesim ise dışarıya en tatlı halimle "tekrar alabilir miyiz?" Yanlış bir şey yapmak istemem diye çıkıyor. Kendimi tebrik ediyorum, çok iyi oynuyorum. Adam, motora takmış gibi odanın içinde dolanıp, tükürükler saçarak anlatmaya devam ediyor... Umarım bir gün 'hayatı boyunca söylediği sözleri ilk seferde kimsenin anlamadığını, sadece anlamış gibi yaptığı yalandan bir hayatı olduğunu öğrenince büyük bir travma yaşamaz' diye düşünüyorum. Amann bananee... B enim daha önemli bir sorunum var. Maske yasağı tamamen kalkınca ne yapacağım?  İyi bir bahane bul! Diye not alıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar diyor. Orayı yakalıyorum ve iyi günler dileyip odadan hızlıca çıkıyorum. Not defterimi ve kalemimi masaya bırakıp, 'yarını yarın düşünürüz' felsefesinin bana verdiği yetkiye dayanarak canım maskemi minnetle selamlıyor, nazikçe çöp kutusunun karanlık sularına bırakıyorum. İns...

CODA; başka dilde yaşamak...

  Bir süredir, insanlara oldukça ilginç gelen benimse uzun zamandır aklımda olan bir eğitim alıyorum. " Türk İşaret Dili"  eğitimi... İşitme engeliyle ilk tanışmam çocukluk dönemime denk geliyor... O kadar küçüklükten aşinayım ki geriye bakınca hiç yadırgamadığımı görüyorum... Çocukluk arkadaşım olan akrabamızla sık sık bir araya gelir ve nasıl olduğunu hatırlamasam da mutlaka anlaşmanın bir yolunu bulurduk. O her zaman cesur, inatçı, kendi bildiğini okumaktan çekinmeyen biriydi... Bu eğitim sayesinde aslında onun psikolojik olarak nasıl zor bir hayatı olduğunu hiç anlamadığımı fark ediyorum. İnsanoğlu, bilmediğini anlamakta zorlanan bir varlık... Bu arada h er ülkenin dilinin farklı olması yanında işaret dilinin, şehirler hatta ilçeler arasında bile farklılık göstermesi beni en çok şaşırtan bilgilerden biri oldu.  Onlar, bizimle iletişim kurmak için her şeyi yapıyor. Peki biz onlar için ne yapıyoruz? Görünür bir engelleri olmadığı için toplumda hep geri planda kalm...

14 Şubat, Aşklar ve Kelaynaklar...

"İnsan sevmeli; bazen bir insanı, yahut da bir ağacı ya da kanadı kırık bir kuşu... Zaten sevmese insan, İnsan mı olur?" demiş ya Cahit Zarifoğlu, ben birçok şeyin yanında bir de 'kelaynak' seviyorum artık.  Evet, kelaynak. Hani o saç özürlü, kara kuru, görece olarak çirkince kuş. Çok hayranım kendilerine...  Bugün, size 14 Şubat 'ın en vefalı kuşlarını anlatacağım... 2021 'in Ekim ayında, uzun zamandır fırsat bulamadığım bir seyahate gitme imkanım oldu. Oldukça uzun bir GAP programıydı. Geziye tek katılmama rağmen, bütün ekiple tanışır tanışmaz kaynaştık. Benim için, görsel zenginliğe doyamadığım, yorucu olduğu kadar inanılmaz keyifli bir seyahatti. Nemrut 'un zirvesinden, Fırat 'ın sularına uzanan bu keşifli süreçten bugünkü yazının konusu olan kelaynaklara geçiş yapıyorum...  Gezimizin bir durağı da, Şanlıurfa 'nın Birecik ilçesindeki ' Birecik Kelaynak Üretme İstasyonu' ydu. Oraya gidene kadar sadece bir kuş olarak bildiğim kelaynakla...

İstanbul'da Bir Turist

Seyahat etmeyi sever misiniz? Kim sevmez ki!  Dediğinizi duyar gibiyim... Üniversitedeki ilk günümüzde bir hocamız bütün sınıfa verdiği tavsiyede "okul sürecinde bol bol gezin. İş hayatına atılınca bir daha bu fırsatı bulamayacaksınız. Ben en çok  üniversite döneminde seyahat ettim." Demişti...  Okulun ilk günü bir hocanın böyle bir tavsiyede bulunmasına hem şaşırmış hem de etkilenmiştim. Onun açısından tecrübeyle sabitti ve benim gibi meraklı bir bünyeye söyledikleri tesir etmiş olmalı ki her fırsatı değerlendirip bolca seyahat ettiğim hayatımın en keyifli dönemlerinden biriydi...  Sevgili Karabey hocamı ve bize verdiği değerli tavsiyeleri buradan da minnetle anıyorum. İyi ki varsınız. Seyahat etmenin insanın ufkunu açtığına şahitlik etmiş birisi olarak, mecburiyetler dışında kalan her süreçte bazen aile fertleriyle, bazen dostlarımla, bazen yalnız ama hep aynı merak ve heyecanla yeni yolculuklara çıkma imkanım oldu.  Çok şükür ş anslı bir insanım, karşıma hep...