Ana içeriğe atla

14 Şubat, Aşklar ve Kelaynaklar...



"İnsan sevmeli; bazen bir insanı, yahut da bir ağacı ya da kanadı kırık bir kuşu... Zaten sevmese insan, İnsan mı olur?" demiş ya Cahit Zarifoğlu, ben birçok şeyin yanında bir de 'kelaynak' seviyorum artık. 

Evet, kelaynak. Hani o saç özürlü, kara kuru, görece olarak çirkince kuş. Çok hayranım kendilerine... Bugün, size 14 Şubat'ın en vefalı kuşlarını anlatacağım...

2021'in Ekim ayında, uzun zamandır fırsat bulamadığım bir seyahate gitme imkanım oldu. Oldukça uzun bir GAP programıydı. Geziye tek katılmama rağmen, bütün ekiple tanışır tanışmaz kaynaştık. Benim için, görsel zenginliğe doyamadığım, yorucu olduğu kadar inanılmaz keyifli bir seyahatti. Nemrut'un zirvesinden, Fırat'ın sularına uzanan bu keşifli süreçten bugünkü yazının konusu olan kelaynaklara geçiş yapıyorum... Gezimizin bir durağı da, Şanlıurfa'nın Birecik ilçesindeki 'Birecik Kelaynak Üretme İstasyonu'ydu. Oraya gidene kadar sadece bir kuş olarak bildiğim kelaynakların, uzun yıllara yayılan öyküsünden mi, bu öyküyü her ziyaretçiye aynı heyecanla tekrar tekrar anlatan bu kuşların sevdalısı Mustafa abiden mi bilmiyorum... Tek bildiğim, oradan ayrılırken çok etkilenmiş olduğum...

Nesli tükenme tehlikesi altındaki bu kuşların, dünyadaki son iki popülasyonundan biri Fas'ta diğeri ise Türkiye'de. Geçmişte tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşarken, günümüzde yalnızca Birecik'te yaşıyorlar. Tabii ki her şeyde olduğu gibi bu konuda da insanların payı çok büyük. Avcılık, yaşam alanlarının değişmesi, tarımda kullanılan zirai ilaçlar, nesillerinin azalmasına neden olmuş... Ülkemizde 1977 yılında faaliyete geçen Orman Genel Müdürlüğü'ne bağlı Birecik Kelaynak Üretme İstasyonu sayesinde, kuşların büyük bir kısmı koruma altına alınmış. Zaman zaman göçten dönüşlerin azalmasıyla, bir süre göç etmelerine izin verilmeden üretme istasyonunda yaşamlarına devam etmişler.

İnce uzun gagalı, kırmızı yüzlü, parlak tüylü bu irice kuşun, en belirgin özelliğinin tek eşli olduğunu belirtmek isterim. Tek eşli oldukları ve yılda bir kere yumurta yaptıkları için üremeleri çok zorlu bir süreçten geçmiş... 2021 yılında istasyonda 72 yavru üretimiyle toplam 325 adet kuş bulunuyor. Tesis kurulduğunda 9 yavru ve 2 ergin kuş olduğu düşünülürse bu rakam fazlasıyla sevindirici. Ortalama ömürleri 25-30 yıl olan bu sevimli kuşların, doğduklarında kel olmadıklarını yaş ilerledikçe tüylerinin döküldüğünü Mustafa abinin deyimiyle, evlenme çağına gelince kel kaldıklarını belirtelim.

Yemeklerinden, bakımlarına kadar her şeyleriyle üstlerine titrenen bir ortamda yaşayan bu kuşlar, ayaklarındaki halkalarla kayıt altına alınıyor. Göç edip geri geldiklerinde hepsinin ayrı ayrı kaydı tutuluyor. Uzun yıllar tesiste gönüllü olarak çalışan Mustafa Çulcuoğlu'nun kendi deyimiyle 'Kelaynakçı Mustafa' bu isimle bir Instagram hesabı var, inceleyebilirsiniz... Kuşlardan bahsederken gözleri parlayan dünya tatlısı bir insan. Yolunuz Birecik'e düşerse keyifli bir sohbet için kendisini bulmanızı tavsiye ederim.

Tarihte biraz geriye gittiğimizde, Nuh Tufanı'nın sonunda; barış için bir güvercin, yeni çağ için bir kırlangıç ve bereket için bir kelaynak salındığına inanılır. Bu nedenle kelaynak, bölgede bereketin sembolü olarak görülür. Tarlalardaki zararlı haşaratlarla beslenen kuşlar, bölge halkı tarafından, her zaman sevilip sayılır, dönüşleri bayram gibi kutlanır. Her sene göçten dönüş tarihlerinin '14 Şubat' olması bu kuşları daha da özel yapmıyor mu sizce? O kadar nadirler ki: Dünyada sadece iki yerde yaşıyorlar ve bunlardan birisi bizim ülkemiz...

Eşlerden birinin ölmesi halinde pek çoğunun ölüm rejimi yaptığını öğrenip de bu özel kuşlara ve bağlılıklarına hayran olmamak pek mümkün görünmüyor... Bu günün özelinde, canım kelaynak kuşlarının nesillerinin hızla çoğalmasını ve hep bizimle kalmalarını tüm kalbimle diliyorum.


Yazıyı serbestiyet.com'dan okumak için;


İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...