Ana içeriğe atla

İstanbul'da Bir Turist

Seyahat etmeyi sever misiniz?
Kim sevmez ki! Dediğinizi duyar gibiyim...

Üniversitedeki ilk günümüzde bir hocamız bütün sınıfa verdiği tavsiyede "okul sürecinde bol bol gezin. İş hayatına atılınca bir daha bu fırsatı bulamayacaksınız. Ben en çok üniversite döneminde seyahat ettim." Demişti... Okulun ilk günü bir hocanın böyle bir tavsiyede bulunmasına hem şaşırmış hem de etkilenmiştim. Onun açısından tecrübeyle sabitti ve benim gibi meraklı bir bünyeye söyledikleri tesir etmiş olmalı ki her fırsatı değerlendirip bolca seyahat ettiğim hayatımın en keyifli dönemlerinden biriydi... Sevgili Karabey hocamı ve bize verdiği değerli tavsiyeleri buradan da minnetle anıyorum. İyi ki varsınız.

Seyahat etmenin insanın ufkunu açtığına şahitlik etmiş birisi olarak, mecburiyetler dışında kalan her süreçte bazen aile fertleriyle, bazen dostlarımla, bazen yalnız ama hep aynı merak ve heyecanla yeni yolculuklara çıkma imkanım oldu. Çok şükür şanslı bir insanım, karşıma hep iyi insanlar ve güzel fırsatlar çıktı... Bu konuyla ilgili Gustave Fluabert'in; "Seyahat etmek, insanı alçak gönüllü yapar. Çünkü, dünyada ne kadar küçük bir yer kapladığını görürsün." Tespiti bence söylenmiş en doğru ve güzel sözlerden biri...

Yıllar önce, yine üniversiteden bir arkadaşım hayatında ilk kez, İstanbul'a ablasının yanında bir süre kalmaya gelmişti. Ben çoktan iş hayatına atılmış koşturma halindeyken ona pek eşlik edememiştim. Gitmeden son kez görüştüğümüzde kaldığı kısa sürede gezdiği yerleri anlatınca şaşkınlığımı gizleyememiştim... Doğma, büyüme İstanbullu bir insan olarak onun gezdiği çoğu yere halâ gitmemiş olmama doğal olarak o da çok şaşırmıştı... O gün yaşadığın şehri turist gibi gezmek gerektiğini idrak etmiştim. Ama iş hayatı, sosyal hayat, rutinler, nasıl olsa elimin altında istediğim zaman giderim hissiyatı ile ertelenen ara ara denemeler yapılsa da istenen sonuca ulaşamayıp, yapılacaklar listemin ilk sıralarında kaldı hep İstanbul keşifleri...

2020'nin Şubat ayında, yeğenimin doğum günü hediyesi olarak yaptığı sürprizle ilk rehberli İstanbul turuna katılmış oldum. "Yedikule-Samatya" gezisi yürüyerek keşfettiğim, tarihi yapılar hakkında hiç bilmediğim detaylar öğrendiğim, geçmişte yaşayan halklar ile ilgili bilgiler edindiğim, çok güzel fotoğraflar çekebildiğim, havanın da bahar tadında seyretmesiyle günün sonunda anı hafızamda keyifle anılacak yerler kontenjanına çoktan yerleşti...

Sanırım tam da o gün İstanbul'u bilinçli bir halde keşfetmeye niyet ettim... İlerleyen süreçte bazılarına gittim. Bazıları listemde. Bazıları için liste yapıyorum. Yolum uzun ama niyetim bu sefer oldukça istikrarlı...

Geçen hafta sonu yeğenimle bir tura daha katıldım. "Taksim, Cihangir, Çukurcuma, Tophane" güzergahında ilerledik. Bazılarını bildiğim, çoğunu ise ilk kez duyduğum yeni bilgiler edinmenin keyfiyle, biraz da sizinle paylaşmak istedim. Bundan sonrasına fotoğraflarla devam ediyorum. Umarım seversiniz...

"Taksim Cumhuriyet Anıtı"nın iki yanında aslında çeşme olduğunu biliyor muydunuz? Yapımı bittikten sonra, bizimkiler ile heykeltıraş arasında yaşanan bazı tartışmalar sonucu heykeltıraş suyu bağlamaz ve anıttan hiçbir zaman su çıkmaz...

Romanya Başkonsolosluğu ve aynı zamanda "Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi" Eflak Boğdan Valisi'nin oğlu olarak İstanbul'a gelen Dimitrie Cantemir'in ilginç bir hayatı var... İleride babasının yerine geçeceği için çok iyi eğitimler alır. Bu eğitimlerin yanında musiki dersleri de alır. Kendisi Osmanlı bestelerini ilk kez notaya dökmüş kişidir. Boğdan'a dönünce Osmanlı'ya karşı Rusya'dan yardım ister. Osmanlı o bölgeye ordu gönderince kaçmak zorunda kalır. Rusya'ya sığınır. Rusya'da kaldığı sürece kitaplar yazar, bunlardan biri de "Osmanlı'nın Doğuşu ve Çöküşü" isimli kitaptır.

Merkezi Rum Lisesi. 1999 yılında artık öğrenci kalmamasından dolayı kapanmış. Ve maalesef zamanla harabeye dönmüş...

Tarihin izlerinden... Binanın sadece tek tarafında kalarak bu güne kadar savaşmış nadide bir aslan figürü.

1905 yılından beri ayakta kalmış nefis bir  güzellik. "Yazıcızade Apartmanı"

Fransız Yahudi Tuğla Ustası "Salomon Pierre" imzalı damgalı tuğlalar...

Osmanlı döneminde Fransız Elçiliğine bağlı "Fransız Kapitülasyon Mahkemesi" olarak kullanılan tarihi bina...

İsmi gibi kendi de film sokağı tadında "Adile Naşit Sokak"

Ve son olarak "Cihangir Camii"nin muhteşem manzarası...


Not: Fotoğraflar şahsıma aittir.

İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir


Yorumlar


  1. Bu yaptığında nefis bir ibadet biliyorsun değil mi? Yolun açık olsun dostum. Sen her zaman güzel görür güzel söylerdin...

    Sana güzel bir mesaj bırakıyorum 😘

    Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki,
    düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?
    (Dolaştılar, ama ibret almadılar).
    Çünkü gerçekte gözler değil,
    göğüslerdeki kalpler kör olur.
    (Hacc,46)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...