Ana içeriğe atla

Yıkıntıların üstünde kalanlar...

 

"Ancak hayat dediğin nedir ki? Anlaşılmaz bir sır. Kurduğumuz düzen hep böyle sürecek gidecek sanırız. Birden ip kopar, ışık söner, her şey darmadağan olur." Yerle bir olmuş binalardan birinin yıkıntısına bakıp, içlenerek tekrarlıyor bu sözü...

Buraya geleli 7 gün olmasına rağmen hala şoku üzerimden atamadım. Verilen görevlendirme doğrultusunda yardım etmeye çalışıyorum. Bu şehre daha iki sene önce bir turla gelmiştim. Sonbahardı. Hava tatlı bir ılıklıktaydı. Habib-i Neccar Camii'ni ziyaret edip meşhur çarşısında künefe yediğimizi, keyifle gezdiğimiz mekanları ve gördüğüm en iyi müzelerden biri olduğunu düşündüğüm Hatay Arkeoloji Müzesi'ni hayranlıkla gezdiğimi dün gibi hatırlıyorum... Dün gibi hatırladığım şehir artık burası değil! O şehir gerçekten var mıydı? Buna inanmakta zorluk çekiyorum. Bir film stüdyosunda dünyanın sonuna doğru yürüyor gibiyim... Hava buz gibi! İnsanlar ev kıyafetleriyle sokakta, evlerinin yıkıntısından ayrılmadan yardım bekliyor... Maskesiz dolaşamıyorum. Her yere sarı bir toz bulutu hakim. Nefes almak acı veriyor. Çaresizlik can yakıyor... Zamanla duyarsızlaşmaya başladım gibi hissediyorum. İlk günlerdeki gibi ağlamıyorum artık. İnsan buna da alışabilir mi? Çare olamıyorsa, alışıyor sanırım... Karton bardağa sıcak çorba doldurup adının Mustafa olduğunu öğrendiğim amcaya uzatıyor ve yanındaki beton parçasına oturuyorum. Bana doğru dönüyor "teşekkür ederim evlat" diyor. Maskemi indirip "afiyet olsun" diyorum. Gülümsemeye çalışıyorum. Olmuyor... Burada olduğum sürede farklı tepkiler veren insanlarla karşılaştım ama bütün bir yıkımı gözlerinde taşıyan bu amca beni paramparça ediyor...

Elimi kolumu nereye koyacağımı, ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Bir şeyler geveliyorum, tepki vermiyor. Sessizce oturuyoruz... Onun baktığı yıkıntıya bakıyorum. O binadan sağ çıkabilen olacağını düşünmüyorum bu düşünce kalbime bıçak gibi saplanıyor! Ondan tarafa bakmaya cesaret edemiyorum... Biraz zaman geçiyor sessizliğinden anlıyorum ki acısını paylaşmak istemiyor. Saygı duyuyor ve ümitsizce yerimden kalkıyorum. Rahatsız etmek istemiyorum. "Bir şeye ihtiyacın var mı?" diyorum. "Kalmadı artık bir ihtiyaç" diyor. Ses tonundaki acıdan ne demek istediğini anlıyorum. Tam arabaya giderken ona dönüp "Mustafa amca, o tekrar ettiğin söz neydi?" Diye soruyorum. "Uzun bir hikaye evlat" diyor. "Sırrı içinde saklı..."


İnstagram adreslerim:
storybysevil / 1sevilozdemir

Alıntı: Mustafa Kutlu/Uzun Hikaye

Şubat/2024/İstanbul
Sevil Özdemir 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...