Ana içeriğe atla

Kapanmayan yaraların şehri; Saraybosna...

 

Sardığı yaraları kalbinde, yaraların izlerini ise binaların duvarlarında saklayan mağrur kent; Saraybosna (Sarajevo)

90'lı yılların başlarıydı. Çocuktum ama çocukken gördüğüm ve unutamadığım şeylerden birisiydi Saraybosna kuşatması... Modern savaş (!) tarihinin en uzun süren kuşatması olarak tarihe geçen bu olay, her savaş ve benzeri şeyler gibi insanlık tarihinde korkunç izler bıraktı...

Avrupa'nın tam ortasında işlenen büyük suç! 

Bir başkentte yaşadığınızı düşünün. Kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk toplam 500 bin kadar insanla birlikte hapsedildiğinizi ve dışarıyla ilişkinizin kesildiğini... Her gün sevdiğiniz insanları kaybettiğinizi, acıları kalbinize gömerken yaşamaya devam ettiğinizi ve her an ölümle burun buruna yaşadığınızı... Yollarda yürümeyi unutup koşmaya alıştığınız, ömrünüzden dört yıla yakın bir süreyi hayatta kalabilmek adına böyle geçirdiğinizi düşünün... 

Siz bunları yaşarken, dünyadaki diğer insanlardan bazılarının sizi ve yaşananları sadece ekrandan seyredip "Ahh! Vahh!" nidalarıyla ne kadar çok üzüldüklerini, dünyada barış çığlıkları atan güçlerin ise bu süreçte kollarını kavuşturup sadece izlediğini... Ve bütün bunlar bittikten sonra bile uzun zaman kaybettiklerinizin acısını yaşadığınızı, bazılarınızın ülkesini terk etmek zorunda kaldığını... Kalanların ise yaşamak için mücadele ettiklerini düşünün... 

Aslında çok da uzak değil tüm bu yaşanalar... Her zaman her yerde yaşanmaya devam ediyor... En yakınımızdan en uzağımıza kadar tanığız ve çoğu zaman ekran başında "Ahh! Vahh!" nidalarıyla ne kadar üzüldüğümüzü dile getiriyoruz...

Geçen hafta birkaç günlüğüne ziyaret etme fırsatı bulduğum Saraybosna, tüm yaşananlardan sonra güçlü ve mağrur bir şehir olarak göründü gözüme... "Zar zor toparlandım. Daha çok yolum olduğunu biliyorum ama 'yıkılmadım, yıkılmam' der gibiydi..."

"Savaşta Öldürülen Çocuklar Anıtı" 1992-1995 yılları arasındaki kuşatma sırasında öldürülen çocukların anısına dikilmiş bir anıt. Savaş sırasında öldürülen 1600'e yakın çocuktan 521'nin isminin yazılı olduğu metal silindirleri çevirdiğinizde, duyduğunuz çan sesi kalbinize işliyor...

Savaşın izlerine şehrin her yerinde rastlamak mümkün. Her yerde mezar taşları mevcut. Ölüm tarihleri ise 1992-1995 arası...

Şehri ikiye bölen Milijacka Nehri'nin bir tarafı Avusturya-Macaristan döneminin Avrupa tarzı büyük binalarıyla, diğer tarafı ise Osmanlı döneminin mimarisi bedesten, ev, camii ve sokaklarıyla dolu...




Başçarşı'yı yuva edinmiş dünyanın en evcil güvercinlerinin kendisi gibi, simgelediği barış da hep seninle olsun sevgili Sarajevo...


Bosna Hersek ile ilgili diğer yazılarım: 

Not: 28.04.2015 tarihinde Serbestiyet.com için yazdığım bu yazıya sitenin alt yapısal bir sorunu nedeniyle maalesef artık ulaşım sağlanamıyor. Bu gezinin bende hissettirdiği duyguların kaleme dökülmüş halinin eksikliğini hissettiğimden geçmiş notlarıma bakarak tekrar yazdığımı belirterek, ilginize sunuyorum. 

Üzülerek ve bir kez daha fark ettim ki, üstünden geçen 9 sene zarfında ne yazdığım şeyler değişmiş ne hislerim... Ne de dünya... 


Not: Fotoğraflar şahsıma aittir.

İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir



Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...