Ana içeriğe atla

Güneşin yakıştığı şehir; Mostar


Mostar'a güneş yakışır düşüncesiyle Saraybosna'yı birinci gün gezer, ikinci gün Mostar'a geçeriz diye yaptığımız planı evdeki hesap çarşıya uymadı diyerek 3. güne çekiyoruz. İyi ki de öyle yapıyoruz. Çünkü, Mostar'ı yağmurlu havada gezmek haksızlık olurdu...

Mostar'a Saraybosna'dan tren ya da otobüsle gitmek mümkün. Tren fiyatları daha uygun olmasına rağmen (11 KM) biz otobüsle gitmeyi tercih ediyoruz (20 KM) çünkü, tren saatleri daha seyrek ve daha uzun sürüyor. Daha önce trenle giden arkadaşlar çok fazla tünel olduğunu ve yolda hiçbir şey göremediklerini söylemişlerdi biz de aklımızda kalan bu sözü değerlendirip, yaklaşık 3 saatlik otobüs yolculuğuna başlıyoruz... 

Yeşil ve mavinin her tonunu izleyerek, mükemmel bir yolculuk yapıyoruz... Saraybosna'dan Mostar'a geçmek gibi bir niyetiniz varsa ve de arabanız yoksa mutlaka otobüsle gidin derim, manzara nefis...

Mostar terminalinde işimizi garantiye alıp saat 18:00'e dönüş biletimizi alıyoruz. Terminal şehir merkezine yürüyüş mesafesinde, 10 dakika yürüyerek merkeze ulaşıyorsunuz... Şansımıza hava çok güzel...

İlk izlenimimiz ülkenin sahil kentine gelmişiz hissi oldu... Sakin, huzurlu, dağların arasında kurulmuş minik bir şehir... Şehrin içine yaklaşınca yine tanıdık gelen delik deşik binalarla karşılaşıyoruz ve tabii ki her yerde olduğu gibi şehitlikler...


Sessiz sokaklarında yürürken terk edilmiş hissine kapıldığımız şehirde, biraz daha yürüyünce kalabalık sesinden merkeze yaklaştığımızı anlıyoruz... Yolun sonuna geldiğimizde muhteşem nehir Neretva bizi karşılıyor... 

Demir köprünün üstünde yürürken, tanık olduğu onca acıya rağmen yıkıntılarından canlanan ve bunca gördüğü şeye bir de kafilelerce insan kalabalığı eklenen Mostar Köprüsü bizi karşılıyor...


1500'lü yıllardan beri ayakta kalmış bu güzelim köprü, iki yakayı ve halkı birleştiren barış simgesi olarak düşünülmüş ve kuşatma sırasında bu barış simgesi bilinçli şekilde yıkılmış...

Savaş bittikten sonra Dünya Bankası öncülüğünde, içlerinde Türkiye'nin de olduğu konsorsiyum tarafından inşası yeniden başlamış... 2004 yılında tekrar kullanıma açılan köprü, 2005 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmiş...

Oldum olası tarihi kalıntılara dokunmayı severim evet o arkeoloji müzelerinde dokunmayın yazısı benim gibiler yüzünden yazılmış olabilir. Köprüde de aynı tavrım devam etti... Uzun uzun köprünün eski (yıkılmayan) tarafındaki taş duvarlara yaslanıp mükemmel manzarayı seyrettik. Bol bol fotoğraf çekip, turist kafilelerine şov yapıp köprüden atlayan gençleri izledik... 

Köprüden atlayan kişiye dikkat!

O dönemde yapılabilecek en güzel yere yapılmış olduğunu düşündüğüm, bütün dikkatimi ve hayranlığımı kazanan meşhur olmayı sonuna kadar hak eden Mostar Köprüsü'ne dönüp dönüp baktım ve her uzaklaşmamızda fotoğrafını anılarıma ekledim...




Tekrar Mostar'ın sokaklarına dalıp sakin sakin yürüyüp fotoğraf çekerken, aslında gezilecek her yeri gezdiğimizi fark ediyoruz. Yaklaştığımız terminalde dönüş biletimizin saatini erkene çekip, Saraybosna'ya yine o muhteşem yollardan geçerek dönüyoruz...

Mostar; Küçük, sakin, güneşli, mütevazı, hüzünlü bir şehir olarak kalbime dokundu ve orada kaldı...

Bosna Hersek ile ilgili diğer yazılarım:

Not: Fotoğraflar şahsıma aittir.

İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...