Ana içeriğe atla

Hamamdaki çay bardakları

Cağoloğlu Hamamı'nın kapısındaki yazıya bakıp emin olmak ister gibi -Her çarşamba saat 10.00-17.00 arası kadınlar günü- diye tekrarlıyor. Küçük kardeşinin elinden tutmuş buraya annesini aramaya geldiğine hala inanamıyor...

Annesinin işi çıktığında Alpay'ı bıraktığı Ayşe abla, okuldan geldiği saati bildiğinden merdivendeki ayak sesini duymuş ve kapıyı açıp eline annesinin bıraktığı notu sıkıştırırken Alpay'a "ablan geldi" diye seslenmişti. Alpay sevinçle ablasının yanına koşarken Ayşe abla da "pazara gitmem lazım" diyerek aceleyle onlarla birlikte dışarı çıktı. Annesinin "kardeşini de al gel" diye tarif ettiği hamamın kapısında durmuş küçük Alpay'a bakarak, bu kadına bir şeyler olmuş olmalı diye düşünüyor. İnşallah delirmemiştir! Dünyadan habersiz neşeyle etrafı seyreden kardeşini çekiştirerek içeri giriyor. İçerideki görevli üst kattaki odalarda soyunup inmesini söylüyor "yok ben sadece anneme bakıp çıkacağım" dese de laf anlatamıyor mecburen yukarı çıkıp hamam adabına uygun bir peştemal ve takunyayla aşağı iniyor. Sadece küloduyla kalan Alpay ise denize gittiğini düşünerek neşeyle ablasının elinden tutarak mermer duvarları inceliyor. Etrafa bakıp "yalnız hamam fena değilmiş" diye söylenen Serap, Alpay'ın elinden tutup ortasında havuz bulunan geniş alandan ilerleyerek hamamın içine doğru yürüyor. Ortamın ısısı yükselirken yüzlerine vuran buharın etkisiyle sislerin içinden geçerek yolu bulmaya çalışıyor...

İlerledikçe sis perdesi açılıyor... O da ne? Serap, Alpay'ı yanına çekip "ablacım sen bakma sakın onlara!" diye eliyle gözünü kapatıyor. Alpay, ablasının elini indirmeye çalışıp kocaman açılan gozleriyle "abla bak! Bir sürü meme" diyor. "Evet Alpay. Bir sürü sarkık meme!" Ortamdaki tüm kadınlar ıslanmış peştemallerle hele yaşı geçkin olanlar peştemalsiz ortalıkta dolanıyorlar. "Üzgünüm Alpay" diyor kardeşine bakarak "umarım bu görüntüler sende büyük hasar bırakmaz!" Alpay, halinden memnun ağzı açık nereye bakacağını şaşırarak kadınları süzüyor. "Erkek milleti!" diye söylenip kardeşini de peşinden çekiştirerek kadınların içinde annesini bulmaya çalışıyor...

Ortadaki hamam taşının üzerine uzanmış kadınlar kese yaptırıyor. Köpükler içindeki herkes halinden memnun görünüyor... İleride sağda bir grup kadın "o kurnadan bu kurnaya" şarkısını söyleyerek eğleniyor. O tarafa dikkatini verince annesiyle göz göze geliyor. Annesi heyecanla bu tarafa gelin diye el sallıyor. Kardeşini çekiştirerek o tarafa yürürken hamamın ücra köşelerinden birinde olduklarını hemen fark ediyor. "Bakın, kimler geldi!" Annesi biraz tuhaf bir neşeyle "r" harfinin üstüne basarak, "benim çocuklarımı herkes tanırr!" diyor kendisinden gurur duyar gibi... Serap, mermerin üzerine serdikleri örtünün çevresine toplanmış herkesi tanıyor. Mahallenin kadınları yarı çıplak ve ıslak bir şekilde karşısında pişmiş kelle gibi sırıtıyorlar "Selma kız! Senin bu Serap ne güzel bir genç kız oldu maşallah tüüüü" diye tükürüyor Ayten teyze, neyse ki tükürükler ona ulaşamadan etrafa saçılıyor "gel yamacıma" diyor Melahat abla "gel şöyle" diyerek yer açıp yanına oturtuyor.

Alpay, ablasının kucağında bütün tanıdığı teyzelerin memelerine bakıyor. Serap "şiştt ayıp!" diye kardeşini uyarıyor "amann bırak" diyor Necla kahkahayla "sübyan ayol o! Baksın çocuk bırak." Serap şöyle bir etrafını süzüyor. Herkes ıslak, yarı çıplak ve mutlu... Mahallenin en asık suratlı kadını düşük surat Emine teyze bile az da olsa neşeli görünüyor. Hamamın böyle bir etkisi var herhalde diye düşünüyor. İlginç! O sırada çay bardakları dikkatini çekiyor. İçleri neden beyaz? Ne? Siz hepiniz rakı mı içiyorsunuz? Diye bağırıyor çilingir sofrasına eğilerek. Kırmızı çay bardağını yukarı kaldıran Seher abla "ben şarap içiyorum" diyor kıkırdayarak. "Siz delirdiniz mi? Yasak değil mi burada içki içmek? Hem de bu sıcakta! Fenalık geçireceksiniz. Anneee!!!" diyerek ona kırmızı gözlerle gülümseyen kadına bakıyor.

"Aman bee! Bırak Serapcım" diyor içlerindeki en genç olan Leyla abla "bırak bir rahatlasın insanlar. Kolay mı sanıyorsun sen ev kadını olmayı? Ev işi, çoluk çocuk, pazar, koca derdi..." "Yok öyle sanmıyorum da... Yani mantıklı gelmedi bu ortamda içmek" diyor sinmiş bir halde. "Ayy!!! Biz bu zamana kadar hep mantıklı davrandık. Bak! Bize taktıkları madalyalardan burdan eve yol olur" diye basıyor kahkahayı Leyla ablanın annesi Hafize teyze, hepsi eşlik ediyor bu kahkahaya hemen ardından tüm neşeleriyle başlıyorlar "o kurnadan bu kurnaya..." Ne kadar eğlendikleri belli ses çıkarmıyor. "Gel bakalım burada böyle oturulmaz" diye kardeşiyle ikisini elindeki tastaki ılık suyla ıslatıyor Melahat abla, Alpay çok eğleniyor... Leyla abla, onu aldatıp giden eski kocasına sövüyor maç tezahüratı gibi hepsi birlikte eşlik ediyorlar. "Bakın" diyor Seher abla "aha buraya yazıyorum. O kaynanam olacak kadın bana bir kere daha oğlumu zayıflattın desinn... Al dicem oğlunu sen besle, benden bu kadar!" Söyle kız diyor tezahürat ekibi, söylemeyen...  Alpay, Leyla'nın memesine uzanıyor bir ara "çok ayıp!" diyerek kucağına çekiyor kardeşini. Hep beraber gülüyorlar "bu Alpay da çok fena olacak!" Alpay da onlara eşlik edip gülüyor. "Hanımlar saat beşe geliyor, yavaştan toplanın" diyerek uyarmaya gelen görevlinin arkasından kızarmış gözler, pembe yanaklar, çakır keyif, yarı çıplak, ıslak ve mutlu kadınlar topluluğu başlıyor "o kurnadan bu kurnaya..."


İnstagram adreslerim: 

Şubat/2024/İstanbul
Sevil Özdemir


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...