Ana içeriğe atla

Eski Bir Hikaye

Evden sinirle çıkmış, kuru yapraklara tekme atarak, söylene söylene yürüyordu. Onu takip eden evin köpeği Arap'a, "Gelme peşimden. Git!" diye bağırdı. Hayvan kuyruğunu sallayarak durdu, bir anlam veremeden evin büyük oğluna baktı. Her zaman yaptığını yapıyor, evden kim çıkarsa onu güvenli tutmak için peşinden gidiyordu; okula, bakkala, kahveye... Bu asi oğlan niye bağırıyordu anlamadı. Çocuk, yerden uzun bir dal parçası aldı ve etrafa savura savura yürümeye devam etti. Arap, yolda duraklayıp başka şeylerle ilgileniyormuş numarasıyla, sahibinden birkaç metre geride durarak, peşinden gitti.

Uçsuz bucaksız görünen tarlaların kenarından geçtiler. Mevsim sonbahara giderken, güneş tatlı tatlı ısıtıyordu. Tarladaki otlar, güneşin ışığıyla daha da sararmış, göz alıcı görünüyorlardı. O gün öğretmen hasta olduğu için okuldan erken saldılar diye sevinirken, her eve geldiğinde aynı şeyleri yaşamaktan bıkmıştı artık! İlk fırsatta çekip gidecekti o evden, o köyden, "O zaman biricik oğullarıyla mutlu mesut yaşarlar!" bunları düşünerek, havayla, otlarla kavga ederek yürürken köyün meydanına gelmişti bile. Kahvenin önünde oturanlara göz gezdirdi. Aradığı kişi orada yoktu, morali daha da bozuldu. Onu o köyde, belki de dünyada anlayan tek kişi Salih amcaydı. Tam onunla konuşmaya ihtiyacı olduğunda ortada yoktu. İçinden ona da kızdı ama Mesut'un kahvesinin yan tarafında güneşe karşı oturmuş, kafasını arkaya doğru yaslayıp güneşlendiğini görünce, kızgınlığı filan unutup koşarak yanına gitti. Arap da kuyruğunu sallayıp peşinden gitti.

Salih amca güneşinin kesildiğini fark edip gözünü açtığında, Kadir'e, "Ooo evlat hoş geldin," diyerek gülümsedi. Kadir sadece başıyla selam verdi, "Yine suratın sirke satıyor, gel otur bakalım," diyerek yanındaki sandalyeyi gösterdi. Sahibinden çekindiğinden biraz uzakta duran Arap'a "Sen de mi geldin?" diyerek elini uzattığında, kuyruğunu sevinçle sallayan köpek çoktan yanına gelip, sevilmek için kafasını uzatmıştı bile... Salih amca bir yandan Arapla meşgulken bir yandan Kadir'e laf attı, "Anlat bakalım evlat, nedir durumlar?” Kadir beklediği söz buymuş gibi, "Ne olacak? Hep aynı şeyler. Bizim evi biliyorsun, varsa yoksa Mustafa paşa. İyi ki hasta, bunun bahanesiyle bütün evin ilgisi onun üzerinde, nefret ediyorum. Ölse de kurtulsam!" Bunu yüksek sesle söylediğine pişman olmuştu ama böyle hissediyordu. Çekinerek Saliha amcaya baktı. O, gayet sakin bir sesle, "Sana bugün bir hikaye anlatayım ister misin?" diye sordu. Kadir başıyla onayladı. Arap da anlamış gibi sandalyenin dibine yatıp, pür dikkat onları seyretmeye başladı.

"Bu köyde çok eskiden bir olay yaşanmış," diye başladı Salih amca, "Hasan ile Hüseyin adında İki kardeş varmış. Sizin gibi... Çiftçiymiş bu kardeşler. Babalarıyla beraber çalışırlarmış. Gel zaman, git zaman işi iyice öğrenince, babaları bu gençlere ekip biçsinler diye bir tarlayı bölüştürmüş. Kardeşler bu işe çok sevinmişler tabii. Canla başla çalışmışlar... Zamanla Hasan'ın bahçesi daha çok ürün vermeye başlamış. Hüseyin kardeşini suçlamış, ‘benim bahçemi bozuyor kendininkini iyi ediyor,’ diye. Hasan ne dese inandıramamış abisini, aralarında husumet başlamış. Abisi her gördüğü yerde kavga çıkarırmış, Hasan büyüğümdür diye hiç ses etmezmiş. Zaman ilerlemiş, Hasan'ın hali vakti çoğalmış, köyden bir kıza sevdalanmış. Meğer abisi de aynı kıza sevdalı değil miymiş? İşte ondan sonra iyice kıyamet kopmuş, bir de kız Hasan'ı seçmesin mi? ‘Öldürücem onu’ der dururmuş Hüseyin. ‘Benim öyle bir kardeşim yok’ der kestirip atarmış," En heyecanlı yerinde durdu Salih amca. Güneşin batmak üzere olan o güzelim kızıllığına baktı hayran hayran... "Eeee..." dedi Kadir, "Sonra ne olmuş, öldürmüş mü kardeşini?" "He ya öldürmüş," dedi Salih amca hikayeyi noktalarken. "Sonra?" diye ısrar etti Kadir. “Sonrası hapis, sonrası acı, hüsran... Yalnız başına sefaletle biten bir hayat,” Kadir, "Pişman olmuş mu peki?" dedi merakla, "Bilmem," dedi Salih amca, “Pişman olsa ne, olmasa ne... Hem kardeşini, hem kendini yok etti hırslarıyla. Hırs böyledir evlat,” dedi, “Tek kişilik gibi görünür. Çok kişiyi yakar, yıkar...” Akşamın kızıllığı gökyüzüne yayılırken, Salih amca oturduğu sandalyeden yavaşça kalkıp, duvara yasladığı bastonuna uzandı. Kadir'in düşünceli suratına baktı, "Bu hikaye onlardan da eski evlat,” dedi, Arap'ın başını okşayıp, yoluna gitmek için hazırlanırken “Sana bir ödev vereyim mi?” diye sordu Kadir’e, az önceki hikayenin etkisinden çıkamayan çocuk kafasını salladı. Güneş arkasında kaldığı için karanlık bir gölgeyi andıran Salih amca, bastonundan güç alıp Kadir’in karşısında durdu ve kendisini merakla bekleyen çocuğa hayatının ödevini verdiğinden habersiz, “O zaman sen biraz Habil ile Kabil’i bir araştır,” dedi, dev bir gölge gibi yoluna giderken, uzaklaşan sesi  Kadir’in içinde yankılandı. “Sonra da bak bakalım, hangisine daha yakınsın, o eski hikayede?” 



İnstagram adreslerim: 

Şubat/2024/İstanbul
Sevil Özdemir



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...