Ana içeriğe atla

Eski bir hikaye...

Evden sinirle çıkmış, söylene söylene kuru yapraklara otlara tekme savurarak yürüyor... Bütün suçlu oymuş gibi sakince arkasından gelen evin köpeği Arap'a "gelme diyorum sana. Git başımdan!" Diye bağırıyor... 

Tek suçu onu takip etmek olan zavallı hayvancağız kuyruğunu sallayarak duruyor ve yüzünden anlam çıkarmaya çalışır gibi sahiplerinin büyük oğluna bakıyor. Oysaki her zamanki gibi evden kim çıkarsa onu güvenli tutmak için peşinden gidiyor. Bu asi oğlan niye şimdi ona bağırıyor? Hiç anlamıyor... Çocuk, yerden uzun bir dal parçasını alıp savura savura yürümeye devam ederken Arap da etrafı koklayıp başka şeylerle ilgileniyormuş numarasıyla sahibini geriden takip ediyor... Uçsuz bucaksız başak tarlalarının yanından geçiyorlar. Sapsarı otlar güneşin ışığıyla daha da sararmış ve göz alıcı görünüyor... Mevsim sonbahara çalarken güneş tatlı tatlı ısıtıyor... 

Çocuk, öğretmenin soğuk algınlığından dolayı okuldan erken saldılar diye sevinirken, eve gelip hep aynı şeyleri yaşamaktan bıkmış artık! Kararını vermiş. İlk fırsatta gidecek bu evden... Bu köyden... O zaman biricik oğullarıyla mutlu mesut yaşarlar! Bunları düşünüp havayla, otlarla kavga ederek yürürken köyün meydanına gelmiş bile... Kahvenin önünde oturanlara göz gezdiriyor, aradığı kişi orada yok. Morali daha da bozuluyor. Onu bu köyde belki de bu dünyada anlayan tek kişi Salih amca. Tam onunla konuşmaya ihtiyacı olduğunda ise ortada yok! İçinden ona da kızıyor ama Mesut'un kahvesinin yan tarafında güneşe karşı oturmuş kafasını arkaya doğru yaslayıp güneşlendiğini görünce kızgınlığı filan unutup koşarak yanına gidiyor. Arap da kuyruğunu sallayıp hızlanarak onu takip ediyor... Salih amcayı o da seviyor çünkü her gördüğünde başını okşuyor...

Salih amca, yaslandığı yerde güneşinin kesildiğini fark edip gözünü açtığında "oo evlat... Hoş geldin" diyerek Kadir'e gülümsüyor. Kadir sadece başıyla selam veriyor. "Yine suratın sirke satıyor. Gel bakalım, otur şöyle..." diyerek yanındaki sandalyeyi işaret ediyor. "Sen de mi geldin" diyerek sevgiyle elini uzattığı Arap sahibinden çekinerek biraz uzakta durduğunu unutup kuyruğunu sevinçle sallayarak yanına gelip kafasını uzatıyor... Salih amca bir yandan Arapla meşgulken bir yandan Kadir'e laf atıyor "anlat bakalım delikanlı, nedir durumlar?" "Ne olacak... Hep aynı şeyler... Bizim evi biliyorsun varsa yoksa paşa Mustafa. İyi ki biraz hasta! Bunun bahanesiyle bütün evin ilgisi onun üzerinde... Ölse de kurtulsam!" Bunu yüksek sesle söylediğine pişman oluyor ama şu an tam da böyle hissediyor... Çekinerek Salih amcaya bakıyor... O, gayet sakin "sana bugün bir hikaye anlatmamı ister misin?" Diye soruyor. Başıyla onaylıyor Kadir. Arap da anlamış gibi sandalyenin dibine yatıp pür dikkat onlara izliyor. "Bu köyde çoook eskiden bir olay yaşanmış" diye başlıyor Salih amca... "Hasan ile Hüseyin adında İki kardeş varmış. Sizin gibi... Çiftçiymiş bu kardeşler. Babalarıyla beraber çalışırlarmış... Gel zaman git zaman işi iyice öğrenince babaları bu gençlere bir tarlayı bölüştürmüş ekip biçsinler diye... Çok sevinmişler tabii... Canla başla çalışmışlar... Zamanla Hasan'ın bahçesi daha çok ürün vermeye başlamış... Hüseyin, kardeşini suçlamış benim bahçemi bozuyor kendininkini iyi ediyor diye. Hasan ne dese inandıramamış abisini aralarında husumet başlamış... Her gördüğü yerde kavga çıkarmış abisi, Hasan hiç ses etmezmiş büyüğüm diye... Zaman ilerlemiş Hasan'ın hali vakti iyice artmış... Köyden bir kıza sevdalanmış meğer abisi de aynı kıza sevdalı değil miymiş? İşte ondan sonra kızılca kıyamet kopmuş. Bir de kız Hasan'ı seçmesin mi? Öyle bir kardeşim yok benim der dururmuş Hüseyin. Gözüme görünmesin, öldürürüm onu..." 

En heyecanlı yerinde duruyor Salih amca, güneşin batmak üzere olan o nefis kızıllığına bakıyor hayran hayran... "Eeee..." diyor Kadir "sonra ne olmuş, öldürmüş mü?" "Hee ya öldürmüş" diyor hikayeyi noktalarken. "Sonra?" "Sonrası hapis, sonrası acı... Hüsran... Yalnız başına sefaletle biten bir hayat..." "Pişman olmuş mu peki?" "Bilmem" diyor Salih amca "pişman olsan ne, olmasan ne... Hem kardeşini, hem kendini yok etti hırslarıyla... Hırs böyledir evlat" diyor "Tek kişilik gibi görünür. Çok kişiyi yakar, yıkar..." Akşamın kızıllığı gökyüzüne yayılırken Salih amca oturduğu sandalyeden yavaşça kalkıyor, duvara yasladığı bastonuna uzanıp Kadir'in düşüncelerde kaybolmuş suratına bakıyor. "Bu hikaye ondan da eski evlat" diyor Arap'ın başını okşayıp yoluna gitmek için hazırlanırken "sana bir ödev vereyim mi?" diye soruyor Kadir'e... Az önceki hikayenin etkisinden çıkamayan çocuk kafasını sallıyor. Güneş arkasında kaldığı için karanlık bir gölgeyi andıran Salih amca, bastonundan güç alıp Kadir'in karşısında dururken merakla bekleyen çocuğa hayatının ödevini verdiğinden habersiz "O zaman sen biraz Habil ile Kabil'i araştır" diyor dev bir gölge halinde yoluna giderken... Uzaklaşan sesi Kadir'in içinde yankılanıyor "sonra da bi bak bakalım hangisine daha yakınsın o eski hikayede?.." 



İnstagram adreslerim: 

Şubat/2024/İstanbul
Sevil Özdemir



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...