Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Umudun sesi; Bold Pilot

Atları sever misiniz? Peki, at yarışlarını? Ben yarışlardan pek anlamam ama atlara hep hayranlık duymuşumdur... Uzun zaman önce abisi at yarışı oynayan bir arkadaşım vardı. Ben de dahil gördüğü herkese, oynayacağı kupondan atların isimlerini seçtirirdi. İçlerinden biri ya da birkaçını seçerdik ve sonrasında senin söylediğin at tuttu ya da tutmadı diye dönüş yapar ve tutturan varsa onu şanslı kişi ilan edip her seferinde tekrar sorardı... O zamanlar at yarışlarına olan bu merakı bana bir şey ifade etmese de ilginç ve değişik isimlerin olduğu listeden seçim yapmak eğlenceli gelirdi. Sanırım at yarışlarıyla tek iletişimimin olduğu zaman aralığıydı... Yıllar sonra  Bold Pilot 'u izlerken, arkadaşımın abisinin sadece yarışseverlerin anlayacağı çok güçlü bir duygunun peşinden gittiğini anladım... Mevzubahis filmimiz "Şampiyon" kahramanımız ise 90'lara damgasını vurmuş " Bold Pilot" isimli at.  Ünlü jokey Halis Karataş ve Begüm Atman arasında...

Kaybedenler bu tarafta…

Bugün size bir karakoldan sesleniyorum... Yanlış okumadınız. Gerçekten bir karakol... Duvardaki resimlerden telsizlere kadar, her şeyin düşünüldüğü, suçlular, polisler, hangisi daha suçlu diye düşündüklerimizle tamamlanan ve tam karşımızdaki cam duvarın arkasında olanları izlediğimiz bir karakol. Evet. Her şey camdan bir duvarın arkasında yaşanıyor ve siz koltuğunuzun kenarındaki kulaklıkları taktığınızda o duvarı aşıp, aldıkları nefesi bile duyacak kadar yaşananların içine karışıyorsunuz... Krek Tiyatro dediğimde hatırlayanlar olacaktır. Duymayanlar için küçük bir bilgilendirme yapalım. Berkun Oya tarafından kurulan Krek Tiyatro , oyunlarını cam bir sahnenin içinde oynuyor. Camın seyirciyi uzaklaştırdığı yerde kulaklıklar devreye giriyor ve oyunun içine dahil oluyorsunuz. Bunu deneyimlemeyenler için biraz tuhaf görünebilir... Oya, bir röportajında, dışarıdaki dikkati dağıtan seslerden seyirciyi uzaklaştırıp tam konsantrasyon sağlamak için bu sistemi düşündüklerini söylemişti. Ben,...

Yeşil ışığın peşinde...

Bugün, size bu sezonun en etkileyici oyunundan bahsedeceğim... Oyunumuz; neşeli, hayat dolu, hayalleri olan, umutlu ve hayallerini gerçekleştirme fırsatı bulamayan bir sürü genç kadının hikayesi... Devlet Tiyatrosu 'nda bu sezon sahnelenmeye başlayan "Bir Peri Masalı Radyum Kızları" i smini ilk duyduğumda ne garip bir isim diye düşündüğümü itiraf ediyorum. Radyumun bir dönem insanların hayatına olan etkilerini, oyunu izlerken hayretler içinde kalarak ve sonrasında da araştırarak öğrendiğimden beri tesiri altındayım... Ra simgesi ile bilinen Radyum , 1898 yılında Fransız fizikçileri Pierre Curie ve eşi Marie Curie tarafından bulunan, ışın etkinliği çok olan bir element. Karanlıkta parıldayan bu mucize 1918'lerden 1930'lara kadar yüzyılın en önemli keşfi olarak gösterilmiş ve tam bir çılgınlık halini alarak, hiçbir tedbir alınmadan, içme suyundan çikolataya, kozmetikten ilaçlara kadar her alanda kullanılmış... Kadınlar, parlasın diye saçlarına bile sürmüşler....

Bazı sesleri susturamazsın: Müslüm Baba

Bu yazıyı, Müslüm Gürses 'in sesinden "Affet" şarkısını dinlerken yazıyorum... Size de olur mu? Ben bir şarkıyı ilk kez kimden dinlediysem o şarkı ona aittir gibi gelir. Kendi şarkısı olmasa bile... ve o şarkıyı diğer yorumlayanlara da bilinçsizce ön yargılı yaklaşırım ve mutlaka eleştirecek bir şey bulurum. Bu yargılarımı yıkan ilk isim Müslüm Gürses oldu... Onun söylediği her yeni yorumu zevkle, hatta ilkinden bile daha güzel bularak dinlemişimdir. Mesela Paramparça şarkısı, bence Teoman 'dan bile güzel yorumlamış derim hep... Öyle fanatik hayranlarından biri değilim ama arabesk camiasında en sevdiğim isimdir Müslüm Gürses. Yorumculuğu, özellikle son zamanlarında söylediği popüler şarkılara kattığı tat bambaşka... Onu hep çok naif bulmuşumdur. Kimseyi kırmayan tavrı, çocuk gibi neşesi, hep kırılgan bir insan hissiyle bakmışımdır kendisine... Zamana ayak uydurmasına da saygıyla...  Bunları niye mi yazıyorum? Tabii ki çevremdeki pek çok insan gibi bende merakla ...

Manastırdaki 6 hasta ve 1 bağımlı

Terk edilmiş bir akıl hastanesi düşünün. Yok yok, aslında bir manastır ya da manastırdan bozma bir hastane... - Kendisinin böcek kadar küçük olduğuna inanan ve insanların üzerine basmasından korktuğu için elinde fenerle dolaşan bir genç kız. - Çehov'un Martısı olduğuna inanan bir oyuncu. - Yıllardır hiç konuşmayan bir adam. - Bulduğu her fırsatta biber gazıyla intihar etmeye çalışan bir çingene. - Gördüğü her şeyi çalan bir hırsız. - Günahlarından arınmak için mana stırda rahibe olduğuna inanan bir eşcinsel. - Sahte doktor diplomasıyla ilaçlara kolay ulaşmayı keşfetmiş bir bağımlı. Terk edilmek, yok sayılmak, umutsuzluk, vazgeçmek, değersiz hissetmek... Yalnızlığa dair her şeyi yaşayan bu 6 hasta ve bir bağımlı, savaşın ortasında gözlerden uzak bir manastırda unutulmuşluklarıyla baş başa yaşarken, yiyecek yemek bile bulamadıkları terk edilmiş binalarının önünde Birleşmiş Milletler'den gelen kargo paketlerini bulduklarında hayatlarının tamamen değişeceğinden tabii ki ...

Hiçliğin ortasında...

"Kimi aileler dipsiz bir kuyudur, çıkmaya çalıştıkça içine çekilirsin." İstanbul Devlet Tiyatrosu 'nun "Aile Sırları" isimli oyununun tanıtımında yazan bu cümle insanı önce sarsıyor sonra da meraklandırıyor... Bahsi geçen oyunumuz Tony ve Pulitzer ödüllü. Oyunun yazarı Amerikalı Oyun Yazarı/Oyuncu Tracy Letts . Letts'i "Böcek" ve "Katil Joe" oyunundan ya da "Lady Bird" filmindeki baba rolünden hatırlayanlarınız olacaktır. Babalarının kayıp haberini alan üç kız kardeşin, ilaç bağımlısı annelerinin yanına gitmeleriyle başlayan hikaye, aile sırlarının ortaya döküleceği zamanları karşılıyor...  Yıllardır görüşmeyen ve kendi hayatlarında da sorunlar yaşayan kardeşler, annelerinin yanında kaybolmaya yüz tutmuş aile bağlarını tekrar hissedebilecekler mi? Kimsenin birbirine karşı sorumluluk hissetmediği, dominant anneleri tarafından sürekli kışkırtılan aile bireylerini neler bekliyor olabilir? Bu ekibe bir damat, bir damat ad...

Bu yazı bir kişiye özel...

Tarih 11 Mart 2018. Bugün Zehroş'(m)un doğum günü...  İsmi Zehra olsa da ben daha küçük bir çocukken ona Zehroş diye seslendiğimden beri, sadece benim değil bütün ailenin Zehroşu O... Bence Zehroş demek, koca kalpli demek... Herkese, her şeye yetebilen demek... Hep enerjik, hep pozitif, hep şen kahkahalar atabilmek demek... Kendi derdini, sıkıntısını içine atıp, başkalarının dertlerine koşturan, kendisinden başka herkesi düşünen demek... İncelik demek, zerafet demek, samimiyet demek... Kimsenin kalbini kırmadan, üzmeden, dürüst olabilen, güvenilir insan demek... O sevgi dolu koca kalbinde, herkese yer açabilen demek... Peki kim bu Zehroş? Basit anlamıyla benim ablam, gerçek anlamıylaysa O, benim bu hayattaki en büyük şansım... Doğduğum günden beri sırtımı güvenle yasladığım, yıkılmaz dağım... Yargılamayanım. Anlayanım. dinleyenim... Ne yaparsam yapayım arkamda olacağını bildiğim... Dürüstlüğünden şüphe etmediğim. Beni kendi çocuklarından ayırmayanım... Balık seviyorum diye, ...