Ana içeriğe atla

Hiçliğin ortasında...


"Kimi aileler dipsiz bir kuyudur, çıkmaya çalıştıkça içine çekilirsin." İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun "Aile Sırları" isimli oyununun tanıtımında yazan bu cümle insanı önce sarsıyor sonra da meraklandırıyor...

Bahsi geçen oyunumuz Tony ve Pulitzer ödüllü. Oyunun yazarı Amerikalı Oyun Yazarı/Oyuncu Tracy Letts. Letts'i "Böcek" ve "Katil Joe" oyunundan ya da "Lady Bird" filmindeki baba rolünden hatırlayanlarınız olacaktır.

Babalarının kayıp haberini alan üç kız kardeşin, ilaç bağımlısı annelerinin yanına gitmeleriyle başlayan hikaye, aile sırlarının ortaya döküleceği zamanları karşılıyor... Yıllardır görüşmeyen ve kendi hayatlarında da sorunlar yaşayan kardeşler, annelerinin yanında kaybolmaya yüz tutmuş aile bağlarını tekrar hissedebilecekler mi? Kimsenin birbirine karşı sorumluluk hissetmediği, dominant anneleri tarafından sürekli kışkırtılan aile bireylerini neler bekliyor olabilir? Bu ekibe bir damat, bir damat adayı, ergen bir torun, dominant bir teyze ile kocası ve bir de kuzen eklenirse ortalık nasıl karışır? İzleyip kendiniz görmelisiniz…

Seyirci olarak bir Amerikan aile dramına tanık olsak da aslında konu olarak hiç uzak olmadığımız, birçok filmde ve oyunda karşımıza çıkan; bağımlılıklar, kopmuş aile bağları, iletişimsizlik, aile içi hesaplaşmaları ve tabii ki olmazsa olmaz sırlar iç içe geçiyor...  Normalde klişe olarak göreceğiniz birçok şey Letts'in kalemiyle ilgi çekici, sürükleyici, kara komedi ve biraz da buhranlı bir hal alıyor.

"Aile olarak rastgele bir araya gelmiş hücrelermişiz gibi hissediyorum" diyen evin küçük kızı, aslında hiçliğin ortasındaki bir kasabada, yıllardır birbirlerini görmeyen ve iletişimde olmamayı tercih eden aile bireyleri hakkında size biraz ipucu verebilir...


Kutsal aile bağlarını ve ahlaki değerleri yerle bir eden Letts, her karakterin kişisel mutsuzluklarını, seyirciye bazen düşük, bazen yüksek dozda hissettirmeyi tercih etmiş. Sıkılmadan, akıp giden, bol kapışmalı bir oyun izlemek isterseniz "Aile Sırları"nı listeye ekleyebilirsiniz.

Tüm ekibi emeklerinden dolayı kutluyorum ama iki isim var ki onları ayrıca kutlamak isterim. Biri dekoru hazırlayan Behlüldane Tor, oyunun geçtiği mekanı ve buhranlı havayı hissettiren ahşap dekoru çok beğendim. Diğer isim ise oyunun merkezinde yer alan anneyi oynayan Hülya Gülşen, zorlu karakterin bütün yönlerini, oyunun başından sonuna çizgiyi hiç bozmadan, dozunda yansıtması ve girdiği her sahnede enerjiyi yükseltmesiyle alkışı fazlasıyla hak ettiğini düşünüyor, gönülden kutluyorum.

Oyunun, 2013 yılında Meryl Streep, Julia Roberts, Ewan McGregor gibi dev isimlerin yer aldığı ve muhteşem performansların sergilendiği "August: Osage County" sinema uyarlamasını izlemek isteyenler olabilir diye buraya küçük bir not bırakıyorum.


Yazıyı serbestiyet.com'dan okumak için;

İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...