Ana içeriğe atla

Manastırdaki 6 hasta ve 1 bağımlı

Terk edilmiş bir akıl hastanesi düşünün. Yok yok, aslında bir manastır ya da manastırdan bozma bir hastane...

- Kendisinin böcek kadar küçük olduğuna inanan ve insanların üzerine basmasından korktuğu için elinde fenerle dolaşan bir genç kız.
- Çehov'un Martısı olduğuna inanan bir oyuncu.
- Yıllardır hiç konuşmayan bir adam.
- Bulduğu her fırsatta biber gazıyla intihar etmeye çalışan bir çingene.
- Gördüğü her şeyi çalan bir hırsız.
- Günahlarından arınmak için manastırda rahibe olduğuna inanan bir eşcinsel.
- Sahte doktor diplomasıyla ilaçlara kolay ulaşmayı keşfetmiş bir bağımlı.

Terk edilmek, yok sayılmak, umutsuzluk, vazgeçmek, değersiz hissetmek... Yalnızlığa dair her şeyi yaşayan bu 6 hasta ve bir bağımlı, savaşın ortasında gözlerden uzak bir manastırda unutulmuşluklarıyla baş başa yaşarken, yiyecek yemek bile bulamadıkları terk edilmiş binalarının önünde Birleşmiş Milletler'den gelen kargo paketlerini bulduklarında hayatlarının tamamen değişeceğinden tabii ki habersizlerdi...

"Her ordu asker sırasına dayalıdır, sıra dağılırsa ordu da dağılır" diyerek düzen kurmaya çalışan komutan, askerleri yani hastaları disiplinle tedavi ederken, her birinin hayranlığını kazandığının farkında değildi oysaki bu hayranlık hepsinin hayatında büyük bir etkiye sahip olmak üzereydi... Yaptıkları oylama sonucu, kendilerini Birleşmiş Milletler'in Askeri Birliği olarak ilan eden bu çılgın insanlar belki de ihtiyaç duydukları şeyin işe yarar hissetmek olduğunu birlikte hareket ederek keşfediyorlardı…

Bulgar yazar Hristo Boytchev'in yazdığı trajikomik "Manastır" oyunu, ülkemizde ilk kez bu sezon Asmalı Sahne tarafından sahneleniyor. Politik oyunlarıyla bilinen Boytchev, "Manastır"da; askeriye, dünya siyaseti, insanların içsel yalnızlığı, mutsuzluk, umut, birlikte hareket etmek, disiplin, istikrar gibi konuları deliler üzerinden keyifli bir şekilde izleyiciyle buluşturuyor...

Yönetmenliğini aynı zamanda oyuncu kadrosunda yer alan Muharrem Uğurlu'nun üstlendiği oyunun kadrosunda; Arzu Yanardağ, Aydoğan Temel, Emel Çetin, İlayda Fidanlık, Osman Ataseven, Sevcan Başaydın, Muharrem Uğurlu yer alıyor. Aralarındaki uyum, hepsinin bireysel ve grup halindeki performansı, karakterlerine başarıyla bürünmeleri etkileyiciydi... Güzel bir metin ve iyi oyunculukları bizimle buluşturdukları için tüm ekibi gönülden kutluyorum.

Bu dünyada bizim içinde bir yer var diyenlerin, aramaktan ve umut etmekten vazgeçmeyenlerin, birleştiren gücü bulduklarında istikrarla devam edenlerin dünyasında biraz vakit geçirip kendinize keyifli zamanlar armağan etmek isterseniz "Manastır"daki 6 hasta ve bir bağımlı sizi bekliyor... Son olarak komutanın askerlere dediği bir cümleyle bitiriyorum. "Siz deli değilsiniz, sadece diğerlerinden farklısınız o kadar. Dünya birbirinin aynı insanlarla dolu."

Birbirinin aynı insanlardan olmamak dileğiyle...


Yazıyı serbestiyet.com'dan okumak için;

İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...