Ana içeriğe atla

Özgürlük sanrısı

Limon'u ilk gördüğümüz günü hatırlıyor musun? Hani balkondaki pembe sardunyanın üstüne gelip konmuştu. Ben korkup kaçar sanmıştım, sen kendinden emin yavaşça yanına gidip parmağını uzatmıştın o da sakince gelip konmuştu... Belli ki tanıdık bir hareketti bu onun için, hiç yadırgamamıştı...

Tanıdık duygulara kendimizi güvenle bırakmakta hepimiz öyle değil miyiz? Kuş hala parmağındayken sen önde ben arkada balkondan içeriye geçip kapıyı kapatmıştık. O, odanın içinde uçarak avizenin tepesine konmuş etrafı süzerken, sen hemen kafes bulma telaşına düşmüş dışarı çıkmaya hazırlanıyordun. "Bırakalım gitsin yazık hayvana" demiştim "Asıl bırakırsak yazık olur. Bunlar alışık değil dışarıdaki hayata, ya kedilere ya da açlığa yenilir hem bak kendisi bizi seçti" demiştin parmağını uzatınca gelip konan kuşu işaret ederek... O zaman mantıklı gelmişti. Oysa o da dışarıdaki hayatı seçip seçmemeye sadece kendisi karar verebilmeliydi... Yeni ve süslü kafesine hapsederken, limon sarısı tüylerinden esinlenip "Limon" koymuştuk ismini. O da alışıktı bu hayata hiç garipsememişti benim gibi... Evin içinde özgürdü. Doğasından uzak kaldığına üzülerek, her gün balkona çıkarırdım sen işteyken. O kadar hava ona yeter miydi? Bilmiyorum...

Herkesi karşıma alarak kurduğum bu küçük yuva da benim kafesim olmaya başlamıştı uzun zamandır. Annemin "Yapma kızım, daha çok gençsin... Bu adam babandan farksız, seni eve hapsedecek. Etme, eyleme!" dediğinde "Onu tanımıyorsun. Beni çok seviyor" diye savunmuştum seni... Gizlice kıydığımız nikah cüzdanını anneme gösterirken, akşamdan hazırlayıp gizlediğim bavulumu alarak çıkmıştım kendimi hapis hissettiğim o evden... Bir kafesten diğerine gittiğimi anlamayacak kadar kör müydüm gerçekten? Öyle olmalı...

"İnsan, yaralarını kaşıyacak insanlara çekilir" derdi Neslihan teyze, annemin moraran gözüne ekmek çiğneyip basarken "Yetmedi mi yaralarını deştiğin. Bırak şu adamı artık" demişti son olayda babamı kastederek. Sanırım o gün karar vermiştim annem gibi güçsüz olmamaya. İçten içe kızardım ona. Peki ben hangi ara anneme benzedim?

Küçük kıskançlıkları anlayışla karşılayıp, beni sevdiğine yorduğum zamanlar mı, yoksa sen yokken balkona çıkmamın bile olay olduğu günler mi? Evdeki her hareketimin kulağına gittiği ve akşamları acısını benden çıkardığında bile anlamaya çalışmıştım oysa seni...

Hani eve sarhoş gelip koltukta sızdığın akşam var ya, işte o akşam sana baktığımda babama ne kadar benzediğini gördüm... Annemin kendi katlandığı esaretten beni korumak istediğini biliyorum artık. Bununla yüzleşmem hiç kolay olmadı ama anlıyorum ve kendi kendime kurduğum bu evcilik oyununu üzülerek bitiriyorum. Kimseye kızgın değilim... Lütfen beni arama. Bu mektupla sana veda ederken, Limonu ve kendimi özgür bırakıyorum...



İnstagram adreslerim: 

Nisan 2024/İstanbul
Sevil Özdemir


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...