Ana içeriğe atla

Davetsiz misafir

Üzerinde 'Tarım Sözlüğü' yazan kitabı mutfaktaki anneme gösterip "Babam tarımcılığa mı başladı?" diyorum gülerek. Pencereden bahçeye endişeli bir bakış atıp, "Ah! Sorma. Baban delirdi" diyor başını sallayarak "İki haftadır böyle... Gece, gündüz bahçede..." "Ne var ki bahçede?" diye meraklanarak kapıya gidiyorum ve donup kalıyorum.

Babam, bir şeyler ekeriz diye ayırdıkları toprak alanda sandalyesine oturmuş, elindeki sopayı tarumar olmuş topraktaki deliklere gelişi güzel batırıyor ve "Geç de göreyim bu çimenlere!" diye söyleniyor. Annemin "Gördün mü?" demesiyle kendime geliyorum ve elimdeki sözlüğü masaya bırakarak, kapının önündeki terliği giyip onun yanına gidiyorum.

Babam geldiğimi fark etmiyor bile, sarılıp öpüyorum. Ortamın tuhaflığına inat normal şeylerden konuşuyoruz. "Yolculuk nasıl geçti?" diye soruyor. Ben de anlatırken her zaman yaptığım gibi onun gözlüğünü alıp bluzumun eteğiyle siliyorum ve dikkatlice tekrar takıyorum. O, bu rutine alışmanın verdiği tepkisizlikle "Köstebek dadanmış biz yokken" diyor.

"Öyle de inatçı bir şey ki ne yapsam gitmedi hınzır ama yağma yok! Çimenlere geçirmem." diyor inatçı bir çocuk gibi burnunu havaya kaldırarak. Bir sandalye çekip yanına oturuyorum. Köstebeği uzaklaştıramıyorsak çimenlere geçmemesi için ne yapmamız gerektiğini konuşuyoruz. Her gün bahçenin en uzak köşesine yiyecek bırakma fikrimi mantıklı buluyor "Ama" diyor inatla "Çimenlerde bir delik görürsem, karışmam" gülüyoruz...

Annem mutfağın kapısından "Yemek hazır" diye sesleniyor. Babam sakince sopasını sandalyeye yaslayıp eve doğru yürürken, köstebeğin hızlıca yer değiştirdiğini ve arkasından üç tane yavrunun gittiğini görüyorum. Heyecanlanıyorum "Baba! Çocukları var, bunlar bir aile..." diye bağırıyorum arkasından. Kapıda bir an duraksıyor, sonra arkasını dönmeden elini havaya kaldırarak daha yumuşak bir ifadeyle "Çimenlere geçerlerse karışmam" diyor. O sopayı bir daha kullanmayacağını biliyorum, bunu bilmenin verdiği rahatlıkla hızlanıyor ve babamın peşinden annemin mis kokan mutfağından içeriye giriyorum.

Yazıyı halkedebiyatıdergisi.com'dan okumak için;

İnstagram adreslerim: 

Şubat/2025/İstanbul
Sevil Özdemir


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...