"Ben genellikle dünyadaki en tuhaf insan
olduğumu sanırdım, ama sonra dünyada o kadar çok insan var ki, kendisini benim
kadar tuhaf hisseden ve benimle aynı biçimde arızalı başka biri olabilir diye
düşündüm. Onu hayal ettim ve onun da beni hayal ettiğini düşündüm. Sen eğer ordaysan
bunu okuduğunu umut ediyorum ve bilmelisin, işte ben de buradayım ve en az
senin kadar tuhafım"
Craft Tiyatro, Frida Kahlo'nun yukarıdaki sözleriyle tanıttığı yeni oyunu "Yutmak" ile kendisini tuhaf
hisseden kadınlara sesleniyor; yalnız değilsiniz!
Feminist, özgürlükçü İskoç yazar Stef Smith'in
yazdığı, Çağ Çalışkur'un çevirdiği, İbrahim Çiçek'in yönettiği, Ece Dizdar, Başak Daşman ve Merve Dizdar'ın rollerini paylaştığı "Yutmak"
hikâyelerinin, söyledikleri sözlerin birbirini beslediği üç kadın üzerinden vurguladığı;
kendini bulma, iyileşme ve özgürleşme temasıyla bir kadın oyunu olarak karşımıza
çıkıyor...
Dünyada yaşanan tüm kötülüklere karşı aşırı duyarlı
davranan, artık bir şeylere dur demek için kendince bir yol bulup, yanlış
gittiğini düşündüğü şeylerden uzaklaşmak adına iki yıl boyunca kendisini eve
kapatan Anna...
Uzun yıllar evli olduğu adamın başka bir kadın için
terk ettiği, hayatını alışkanlıkları olmadan devam ettirmek zorunda kalan,
kendisini şimdiye kadar hep ilişkisiyle açıklamış ve ilişkisi bitince hayatın
anlamını kaybeden Rebecca...
Kadın bedeninde doğmuş bir erkek olduğuna inanan, iş
hayatı, yaşamı ve bedeni arasında sıkışıp kaldığını hisseden, kırılgan, umutlu
ve yalnız Sam (Samantha)...
İyileşmek için birbirlerinden etkilenecek üç insan...
Dünyadaki bütün acıdan kendisini sorumlu tutmaya
başlamış, boş kaldığında acı çektiği için sürekli bir proje üreten ve kendini
oyalayan "Şimdi sadece ben, kırılmış ayna ve TV var geri kalan herkes
benden vazgeçti" diyecek kadar yalnız hisseden Anna, alt komşusu Rebecca'nın
kapıya gelip yardım istemesiyle hayatının değişeceğinden haberdar değildir… Yardım
istediği komşusu Anna'nın kapının dışına adım atmadığını fark eden Rebecca, bir
kağıt parçasına "iyileşmek, harika bir şeydir” yazarak kapısından
attığında kendisinin de Anna'nın da hayatında nasıl bir değişiklik yapacağının
farkında değildir... Oysa Rebecca "hayatım o kadar boş ki, sesim
yankılanıyor" diyerek, kendisine evinden uzakta yeni pencereler açarken, bir
başkasının "kendimi değiştireceksem, bunu yüksek sesle de
yapabilirim" diyen Sam'in hayatında da bambaşka bir pencere açacağından
habersizdir...
Kimsenin kimseyi tanımaya ve anlamaya çalışmadığı bu
dünyada, özgürleşmek için birbirlerine destek olan, kırılgan, terk edilmiş,
heyecanlı, eski alışkanlıkları olmadan devam etmeye çalışan üç kadının hikayesi
sizi derinden sarsacak...
Bir kadının elinden çıkan sarsıcı metin kadar,
oyunun ruhunu çözmüş, bütün kesici, yıkıcı aletlerin yerine renkleri kullanarak
etkiyi daha da arttıran oyunun yönetmeni İbrahim Çiçek'in başarısını da
kutlamak gerek. İşlevsel dekor ve dekoru tamamlayan ışıkta yine bu alanda en
başarılı isimlerden biri olan Cem Yılmazer'i görmek beni şaşırtmadı. Tüm ekibi
ama en çok da karakterleri izlerken, seyirciye Anna, Rebecca ve Sam'i bütün
hassasiyetleriyle yaşatan üç harika kadın Ece Dizdar, Başak Daşman ve Merve
Dizdar'ı gönülden kutluyorum…
Rebecca'nın "sana ne oldu da içerde olmak, dışarda
olmaktan daha iyi geldi?" sorusuna "Ben bir gün işe giderken otobüsü kaçırdım. Eve döndüm, bir daha dışarı çıkmadım. Çünkü, bu yanlış gitmesine izin
verebileceğim son şeydi..." diyerek yaşadığı zorluklarla artık baş edemediğini
ifade eden Anna ve ona benzeyen bir çoğumuza yazarın söylemek istediği; "Yutmak"
başına gelenleri sindirmek demek. Yaşamak için yutmak zorundasın. Hayat böyle
bir şey, yutamadığın yerde tıkanırsın...
İnstagram adreslerim:
Sevil Özdemir
Yorumlar
Yorum Gönder