Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Özgürlük sanrısı

Limon'u ilk gördüğümüz günü hatırlıyor musun? Hani balkondaki pembe sardunyanın üstüne gelip konmuştu. Ben korkup kaçar sanmıştım, sen kendinden emin yavaşça yanına gidip parmağını uzatmıştın o da sakince gelip konmuştu... Belli ki tanıdık bir hareketti bu onun için, hiç yadırgamamıştı... Tanıdık duygulara kendimizi güvenle bırakmakta hepimiz öyle değil miyiz? Kuş hala parmağındayken sen önde ben arkada balkondan içeriye geçip kapıyı kapatmıştık. O, odanın içinde uçarak avizenin tepesine konmuş etrafı süzerken, sen hemen kafes bulma telaşına düşmüş dışarı çıkmaya hazırlanıyordun. "Bırakalım gitsin yazık hayvana" demiştim "Asıl bırakırsak yazık olur. Bunlar alışık değil dışarıdaki hayata, ya kedilere ya da açlığa yenilir hem bak kendisi bizi seçti" demiştin parmağını uzatınca gelip konan kuşu işaret ederek... O zaman mantıklı gelmişti. Oysa o da dışarıdaki hayatı seçip seçmemeye sadece kendisi karar verebilmeliydi... Yeni ve süslü kafesine hapsederken, limon sarı...

Geçmişin penceresi

Güneşin altın ışıltılar serpiştirdiği lüle saçlarını, sağa sola neşeyle savurarak "Annee!" diye sesleniyor küçük kız. "Anneannem dedi ki, benim yaşımdayken o da seni sallarmış bu salıncakta" iki tarafından zincir sarkıtılmış bu eski tahta salıncağın önünde durmuş, küçük kızını yavaş yavaş sallarken onun neşesi bulaşıyor gülümseyişine. Baharın gelişini coşkuyla kutlayan sapsarı çiçeklerin kapladığı arazinin çok ilerisinde görünen evleri işaret ederek "Bak! Şu uzaktaki evler var ya, onların hiçbiri yoktu ben çocukken... Her yer böyle çiçeklerle kaplıydı" diyor. Küçük kız, annesinin söylediği gibi hayalinde evleri yok etmeye ve onların yerine çiçekleri koymaya çalışırken, annesi de çocukluğuna misafir oluyor... Bu eski salıncakta keyifle sallandığı o günleri, hevesle topladığı çiçekleri hediye ettiğinde, annesinin yaşaran bal rengi gözlerini, hafta sonları buraya gelmeyi nasıl iple çektiğini, büyüdükçe tek başına sallandığı salıncakta, karşısındaki çiçek dery...

Davetsiz misafir

Üzerinde 'Tarım Sözlüğü' yazan kitabı mutfaktaki anneme gösterip "Babam tarımcılığa mı başladı?" diyorum gülerek. Pencereden bahçeye endişeli bir bakış atıp, "Ah! Sorma. Baban delirdi" diyor başını sallayarak "İki haftadır böyle... Gece, gündüz bahçede..." "Ne var ki bahçede?" diye meraklanarak kapıya gidiyorum ve donup kalıyorum. Babam, bir şeyler ekeriz diye ayırdıkları toprak alanda sandalyesine oturmuş, elindeki sopayı tarumar olmuş topraktaki deliklere gelişi güzel batırıyor ve "Geç de göreyim bu çimenlere!" diye söyleniyor. Annemin "Gördün mü?" demesiyle kendime geliyorum ve elimdeki sözlüğü masaya bırakarak, kapının önündeki terliği giyip onun yanına gidiyorum. Babam geldiğimi fark etmiyor bile, sarılıp öpüyorum. Ortamın tuhaflığına inat normal şeylerden konuşuyoruz. "Yolculuk nasıl geçti?" diye soruyor. Ben de anlatırken her zaman yaptığım gibi onun gözlüğünü alıp bluzumun eteğiyle siliyorum ve dikkat...

Bir park güncesi

  Tam bir bahar havası denebilirdi bu güne, eğer güneş yüzünü gizlemeseydi…  Sıralanmış teknelerin halat gıcırtısını, cıvıltılı kuş sesleri akort ediyor. Kargaların kavgasını çığlık atan bir martı bölüyor. Ağaçlar arası gezintiye çıkan serçeler, yerdeki köpeği teğet geçiyor. Arka sokaktaki okul çocuklarıyla parktaki çocuklar ses çıkarma yarışında berabere kalıyor. Banktaki genç çifte, teknesini temizleyen adamın su sesi serenat yapıyor. Kim bilir kaçıncı seferine çıkan vapuru görür görmez sahildeki tekneler beşik dansına başlıyor. Tam bir bahar havası denebilirdi bu güne, eğer güneş yüzünü gizlemeseydi…   Yürüyüşe çıkan bastonlu amca, kendisinden beklenmeyen bir hızla vapurun fotoğrafını çekiyor. Köprüden geçen araçların nereye varacağını kimse bilmiyor. Bankta oturan kızın tepesindeki ağaçta konumlanan karga, ısrarla bağırıyor. Belki de burası benim mekanım kalk başka yere git diyor. Vapurun kendisi gitse sesi yadigar kalıyor… Tembellikle sınanan köpek, yattığı yeri deği...