Ana içeriğe atla

Biten şeylerin ardından...

"Çok tuhaftı, ağlayamadım. Ama ruhum paramparça olmuştu." Birkaç kez tekrarladı bu cümleyi... Kitabın bu sözlerle bitmesi kalbini acıtmıştı. "Kimse böyle hissetmemeli" dedi yüksek sesle... "Hiç kimse..."

Okuma koltuğundan kalkıp, çalışma masasının üstündeki kalemlikten mor kalemini aldı. Tekrar koltuğa oturup ayaklarını topladı. Kitabın son sayfasını açıp, cümlenin altını çizdi ve zaman zaman yaptığı gibi kendisine bir not bıraktı. "Üzgünüm" yazdı altını çizdiği cümlenin hemen yanına bir de kalp çizdi... Gerekli vedayı yaptığını düşündüğü anda kitabı koltuğun yanındaki sehpanın üzerine bıraktı. Arkasına yaslanıp, bu kitabın özellikle de son cümlenin onu neden bu kadar etkilediğini düşünürken gözü kitabın kapağına takıldı. Sallanan sandalyede oturan genç bir kadın ve önünde uzanan bozkır manzarası... Son zamanlarda yaşadığı çalkantılı süreçten dolayı mı kendisini bu romanın karakterine yakın hissetmişti? Belki de... 

Birbirlerine deli gibi aşık olarak evlendiği kocasıyla beş yılın sonunda iki yabancı gibi olmuş, son iki aydır da kendisinin bu evde kocasının ise annesinde kalmasına karar vermişlerdi. Evliliklerini kurtarmak için çift terapisine de gittiler ama o heyecan geri gelmedi... Onu hala seviyor ve ayrılmayı istemiyordu ama kocası son görüşmelerinde aynı evin içinde iki yabancı gibi olmalarını kaldıramadığını söylemişti... Haklıydı... "Peşinden aylarca koşup, evlenmeye ikna ettiğim kadını göremiyorum artık ve bu beni çok üzüyor" demişti... Bu beni de çok üzüyor diye düşündü ama elinden geleni yaptığını biliyordu... İkisi de çocukları olsun istemiş ama iki denemede de beş aylıkken bebekler karnında ölmüştü. Sonrası... Sancılı süreçler...

Kocası hep yanındaydı. Onu üzmemek için bir daha bebek lafı bile etmemişti... Peki o zaman içinde yaşadığı kırgınlık kimeydi? Bilmiyordu. Ama kırgındı işte... Aynı zamanda kocasını anlıyor ve kararına saygı duyuyordu. O da böyle bir evlilik hayal etmemişti... Son görüşmelerinde kocasına onu artık özgür bırakacağını söylemişti. O ise son kez sarılırken "duygularını özgür bırak. Lütfen... Kendine bunu yapma!" demişti. Sessizce gülümseyip "denerim" diyebilmişti sadece...

Bu buhran havasından sıyrılmak istedi. Kalkıp balkona çıktı. Kırmızı, beyaz ve mor renkli sardunyalarına baktı "Ahh! Ne güzel açtınız böyle..." dedi. "Keşke sizin kadar cesur olabilsem..." Sonra gidip üç saksının da çiçeklerine dokundu. Tek ihtiyacı buymuş gibi geldi o an... Beyaz sardunyanın saksısını kaldırıp kırmızı ve mor sardunyanın arasına koydu. Geri çekilip baktı "böyle daha iyi oldu" dedi onlarla konuşarak... Balkonda biraz daha oyalanıp içeri girdi. Hava gelsin diye kapıyı açık bıraktı... Tam koltuğa oturacakken zil çaldı. Mahallenin postacısı "abla senin adına tebligat var" dedi merakının giderilmesini bekleyen bakışlarla beklerken "önemli bir şey değil" cevabını alınca kabullenen bir tavırla zarfı uzatıp imzalamasını bekledi. "İyi günler" diledikten sonra sakince kapıyı kapatıp koltuğuna gitti. Elindeki zarfa bakma gereği bile hissetmeden sehpanın üzerine bıraktı. Az önce bitirdiği kitabı eline alıp kapak fotoğrafını inceledi... Son sayfasını açıp çizdiği kalbe şefkatle dokundu. "Üzgünüm" dedi kendisine bıraktığı notu okurken "çok üzgünüm..."


İnstagram adreslerim: 

Şubat/2024/İstanbul
Sevil Özdemir




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...