Ana içeriğe atla

Aktöre hibe edilmiş bir hayat: Giydirici


"Aktörler anılarda yaşarlar. Yaşamın en güzel yanı ölümden sonra anılmaktır."
Devlet Tiyatrosu, sezonun ikinci yarısında büyük bir atakla dikkatleri üzerine çeken bir oyun sahnelemeye başladı. Ronald Harwood'un efsane eseri "Giydirici"

"Giydirici" aynı zamanda oyunun yönetmeni olan Hakan Çimenser ve yine aynı zamanda yönetmen yardımcısı olan Celal Kadri Kınoğlu'nun izlemeye doyum olmaz performanslarıyla iki perdelik bir görsel şölene dönüşüyor...

2. Dünya Savaşı'nın sürdüğü yıllarda, İngiltere'de ülke bombardıman altındayken tiyatroyla ayakta kalmaya çalışan bir topluluğun hikayesi bu... Turnede, başlarında savaş uçakları uçup her yere bombalar atarken tiyatro yapmak için çabalayan bu ekip, başrollerin adamı Sir'ün yaşadığı buhran sonucu 'Kral Lear' oyununun repliklerini unutması ve sahneye çıkamayacak kadar kötü durumda olması nedeniyle oyunu iptal etmek için seyirciye açıklama yapmaya karar vermişken, 16 yıldır tiyatroda Sir'ün giydiricisi olarak görev yapan Norman'ın buna itirazı olacaktır... "Onlar tiyatroya hayal dünyasına girmeye geliyorlar. Siz onlara git diyorsunuz. Nereye gitsinler? Zaten hayatları hayal kırıklığı..." diyerek seyirciyi ne kadar önemsediğini hissettiren Norman, zamanı kısıtlı olsa da vermiş olduğu derin ve içten mesajlarla Sir'ü eski haline ve performansına geri getirmek için elinden geleni yapacaktır...

"Sir" ünvanı almış bir oyuncunun giydiricisiyle olan ilişkisini ele alan oyun, seyirciyi, savaşın insan ve yaşam üzerinde nasıl yıkıcı bir gücü olduğunu, tiyatro tutkusunun insanı nasıl hayata bağladığını, aktör egosunun yıkıcılığını, sadakat, adalet ve karşılıksız sevgi gibi kavramlar üzerine de düşündürüyor...

Sir hastalandığında dışarı çıkmasını isteyenlere "ben hiç dışarıda beklemedim. Benim yanım içerisi, onun yanı" diyecek kadar çaresizce bağlanmış, 16 yıl boyunca kişiliğini bir başkasının kişiliğine hibe etmiş, onun bütün kaprisleri, egosu, aşağılamalarına rağmen şikayet etmeden işini yapmış o olmadan nasıl var olacağını bilemeyen bir yardımcının çaresiz çırpınışlarını izlerken, hayatını tiyatroya adamış insanların mücadelesine tanık olacak, en çok da sahne arkasındaki görünmez kahramanların yaşadıklarına bir göz atma fırsatı bulacaksınız.

Birçok kez filmi çekilen, defalarca sahnelenen, tiyatro tarihinin en çok bilinen oyunlarından biri olan "Giydirici" tiyatronun birçok dalında çalışmış, kostümcülük de yapmış olan Ronald Harwood tarafından yazılmış, sahnelenmesi zor, çok güçlü bir tekst...

Provalara devam edemeyen oyuncunun yerine görev almak durumunda kalan oyunun yönetmeni Hakan Çimenser, hem yönetmenlik koltuğunda hem de sahnede Sir'ün şimdiki tabirle 'tükenmişlik sendromu'nu seyirciye başarıyla aktarıyor... Oyun 'Kral Lear'ın oynandığı sahnede ve kuliste geçiyor. Kulis ve sahne trafiği aksamadan oyun boyunca gidiyor. Sahneleri ve kulisi bu kadar başarıyla yönetip, uzun bir oyunu bir an kopmadan izletmeyi başardığı gibi aynı zamanda bu kadar zor bir rolü üstlenip, altından başarıyla kalkan Hakan Çimenser'i gönülden kutluyorum...

Benim yetişemediğim zamanlarda oynayan "Giydirici" performansları için yorum yapamam ama Celal Kadri Kınoğlu, "Giydirici"yi oynamıyor sanki yaşıyor, rolle bütünleşmek böyle bir şey olsa gerek diye düşünüyor insan... Enerjisini tam olarak rolüne vererek seyirciye Norman'ın bütün hassasiyetini, bağlılığını, Sir ve tiyatro tutkusunu, muzurluklarını, küskünlüklerini, bilgiçliğini, anlık mutluluklarını, hayal kırıklığını tam anlamıyla yansıtıyor ve izleyiciyi alıp kendisiyle birlikte başka bir boyuta taşırken ayakta alkışlanmayı sonuna kadar hak ediyor…

Oyunda; Kınoğlu ve Çimenser'in yanı sıra Rüyam Dirin, Hülya Gülşen, Ebru Demirdöven, Aral Seskir, Osman Tunca Soysal, Sinan Cem Çabuk, Evrim Feyza Geboloğlu, İpek Altınöz, Abdullah Yakın ve Cem Şahin yer alıyor. Dekorda Savaş Çevirel, kostümde İnci Kangal Özgür, Işık tasarımda Akın Yılmaz, müzikte Fırat Akarca ve tüm ekibi böyle güzel bir çalışmaya imza attıkları için tebrik ediyor, Devlet Tiyatrosu'nu Profesyonel'den sonra yıllarca kapalı gişe oynayacak bir oyuna daha imza attıkları için kutluyorum.

Eğer bilet bulabilirseniz, yılın en iyi oyunlarından biri olan "Giydirici"yi mutlaka izleyin…




İnstagram adreslerim: 


Sevil Özdemir


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...