Ana içeriğe atla

“Kozalar”a sığınanlar...

I.  Kadın: Ne istiyorlar bizden canım? Ne kötülüğümüzü gördüler? Biz karışıyor muyuz etliye sütlüye?
II. Kadın: İnsanlar birbirini yiyormuş! Yemesinler! Biz mi "Yiyin birbirinizi!" diyoruz.
III. Kadın: Herkes "şöyle olmalıymış, böyle olmalıymış... Şu yanlışmış, bu yanlışmış" der durur. Dinlemeyiz bile.

1971 yılında Türk edebiyatının usta isimlerinden Adalet Ağaoğlu tarafından edebiyatımıza kazandırılmış absürd komedi oyunu "Kozalar" yukarıdaki üç kadın karakterin de söylediklerinden anlaşıldığı üzere kendi dünyaları dışında ne olduğunu umursamayan tek dertlerinin birbirlerine hava atıp, ev oturmaları düzenlemek olan sorumsuz ama gösterişe düşkün üç kadının üzerinden; hayattan kaçarken aslında kendilerini tutsaklaştıranlara eleştirel bir bakış getiriyor...

Oyuncu Demet Evgar'ın kurduğu "Pangar Tiyatro"nun "Kozalar" oyunu, dünyanın en büyük tiyatro festivallerinden biri olan "Avignon"dan döndükten sonra merakla bekleyen izleyicileriyle Ekim ayından itibaren buluşmaya devam ediyor...

Daha önce farklı tiyatro ekipleri tarafından sahnelenen, Pangar Tiyatro'nun uyarlamasıyla bir kez daha hayat bulan "Kozalar"ın yönetmenliğini Ayşenil Şamlıoğlu üstleniyor. Oyuncu kadrosunda ise Demet Evgar, Binnur Kaya ve Esra Dermancıoğlu yer alıyor.

45 yıl önce soğuk savaşın devam ettiği dönemde yazılan, eserdeki kahramanların isimsiz olmasıyla evrensel niteliği güçlenen metin; terör, iç savaş, kadınların toplumdaki yeri ve mültecilerle ilgili konulara da ışık tutarak güncelliğini korumaya devam ediyor... Zaman zaman okuduğum ve izlediğim eserlerin tarihlerine baktığımda yüzyıllar önce ya da 45 yıl önce ya da daha yakın tarihlerde ortaya çıktığını düşünüp, nasıl da bazı şeylerin hiç değişmediğini, evrilip bir yerlerden yine benzer konulara dönüştüğüne hayret ediyorum...

"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" atasözümüzde olduğu gibi zararı bana/sana dokunmadığı sürece ona dokunmamaya devam eden, dışarıda kıyamet kopsa kendi korunaklı dünyasında kozalar ören insanların varlığı yazarın 45 yıl önce yazdığında da 45 yıl sonra başka bir yazar bir şeyi anlatmaya çalıştığında da karşımıza çıkacak gibi duruyor... Oysaki istediğin kadar üç maymunu oyna, eninde sonunda bir gün o zararın senin de kapını çalacağını bilsen neler değişirdi hayatında?

Oyunun grotesk havasıyla uyumlu dekor, kostüm, ışık, makyaj, ses, özellikle her aşamada artarak devam eden beden diliyle gerçek dışı algısı yaratarak sahnede büyülü bir hava yaratan tüm ekibi gönülden kutlamak gerek, ses tasarımındaki başarısı ile Okan Yalabık'ı, grotesk havayı yaratmaktaki başarısıyla kostüm tasarımda Tomris Kuzu'yu, makyaj tasarım ve uygulamadaki başarısıyla Cansu Sakız'ı, dekorda Murat İpek ve Yiğit Evgar'ı, son zamanlarda beğendiğim bütün oyunlardaki ışık tasarımının mimarı Cem Yılmazer'i, tabii ki reji ustalığıyla Ayşenil Şamlıoğlu'nu ve oyunculuklarıyla herkesi kendilerine hayran bırakan üç yıldız Demet Evgar, Binnur Kaya ve Esra Dermancıoğlu'nu hem Avignon'daki başarıları, hem de burada kapalı gişe oynayan bir oyun sahneledikleri için kutluyor, alkışınız bol olsun diyorum.

Yazıldığı tarihten bu yana evrenselliğini yitirmeyen, farklı yorumlarıyla hem keyifle izlettirip hem düşündüren bir oyun izlemek isterseniz listenize "Kozalar"ı eklemeyi unutmayın derim. Ama uyarmam gerekir ki biletleri sıkı takip etmeniz gerekli, aksi takdirde bilet bulmak da zorlanabilirsiniz...


İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...