Ana içeriğe atla

Akciğer; dünyanın sonu...


Etrafı, beyaz kalın şeritle çerçevelenmiş ağaç rengi bir platform. İsimsiz bir adam ve bir kadın. Belli ki evli ya da sevgililer... Nerede olduklarını bilmiyoruz. Adam bir anda kadına "bir çocuk yapalım mı?" diye soruyor ve işte oyun şimdi başlıyor...

Engin Hepileri'nin kurduğu "Tiyatro.İN" bu sezon ödüllü yazar Duncan Macmillan'ın yazdığı Mehmet Birkiye'nin yönettiği, Nergiz Öztürk ile Engin Hepileri'nin oynadığı "Akciğer" ile sezona merhaba dedi. 11 Ekim'de Moda Sahnesi'nde prömiyeri gerçekleşen oyun sezon boyunca seyirciyle buluşmaya devam edecek...

Yazar, bu oyunu sahnelemek isteyenleri zorlu bir süreçten geçirmiş. Oyundaki çifte dair tek bilgi var. Kadın doktora yapan bir akademisyen adam ise müzisyen… Dekor yok. Aksesuar yok. Tamamen performansa dayalı bir oyunculuk var. Mekan ve zaman algısını seyirciye hissettirmek yine oyunculara düşüyor.

Oyunun konusuna dönersek, başta söylediğim gibi her şey "bir çocuk yapalım mı?" sorusundan çıkmış görünse de aslında iş o kadar basit değil. İklim değişimi, küresel ısınma, terör gibi olaylar sebebiyle her geçen gün kötüye giden bir dünya hayal edin (bizim dünyamızla, uzaktan yakından ilgisi olmayan bir dünya) böyle bir dünyada yaşamaya çalışırken bir de çocuk mu yapalım? sorusuna yanıt arıyor...

Her şey yolunda giderken, kadın ve adam birbirlerine yeterken, belki de dünyanın sonuna yaklaşmışken bu soruyla karşılaşan kadın ve verdiği tepkiler oldukça travmatik... Çiftimiz karmaşık duygular arasında gidip gelirken, biz ise çocuk yapma fikrinin bir çifti, ilişkileri ve hayatlarını nasıl değiştirebileceğine tanıklık ediyoruz...

Oyunun yönetmeni Mehmet Birkiye bu işi en iyi bilen insanlardan biri olarak yine çok güzel bir iş çıkarmış. İkisini ayrı ayrı çok beğensem de daha önce izlemiş olabileceğiniz "Oda ve Adam"dan beri harika bir ikili olduklarını düşündüğüm Nergis Öztürk ve Engin Hepileri'yi yine aynı sahnede izlerken, yanılmamışım hissiyle dolup taştım... Bu kadar ritmik, senkronize ve son derece performans gerektiren bir kurguda yine ikisi bir arada bu işi kolaylıkla kotarıyor...

Hemzemin bir platform üzerinde yaklaşık 90 dakika boyunca dekor olmayan bir sahnede, bulundukları bütün mekanları, yaşadıkları tüm zaman dilimlerini, çocuk fikrinin yarattığı bütün stres, sorgulama, tartışma, karar verme aşamalarını sanki onlarla aynı yerdeymiş hissine kapılıp, kimi zaman hüzünle, çoğu zaman kahkahayla eşlik edeceğiniz, performanslarıyla sizi sarsacak, metniyle düşünmeye sevk edecek güzel bir oyun izlemek isterseniz "Akciğer"i kaçırmayın.


Yazıyı serbestiyet.com'dan okumak için;

İnstagram adreslerim: 
storybysevil / 1sevilozdemir

Sevil Özdemir




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...