Ana içeriğe atla

İstanbul'da Bir Turist (2)

 
"Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım... Yapamadım... Yazmasam deli olacaktım." Demiş "Haritada Bir Nokta" adlı öyküsünde, Burgazada'nın efsane yazarı Sait Faik Abasıyanık.

Adalar üzerine ne şiirler, ne şarkılar, ne çok anı var... O adalarda yaşayan şairlerimiz ve bir o kadar da hikayemiz...

Daha önce İstanbul'daki adalardan birinde yaşayan kimseyle tanıştım mı? Hatırlamıyorum. Hatırladığım ilk kişi benim hayatıma renk katan dostum, üniversitedeki ev arkadaşlarımdan Senem oldu. Tam bir Burgazada aşığıdır, adadan ilk ayrılışı üniversite nedeniyle olmuş... Toplu taşımaya binince midesi bulanır "bizim adada araba yok ne yapayım alışık değilim" derdi. Hiç unutmuyorum o sene adada büyük bir yangın çıkmıştı ve Senem'i TV başından kaldıramadık, günlerce ağladı. Çok zor teselli ettik... Sonrasında defalarca adaya gidip onun neden o kadar bağlı olduğunu anlama fırsatım oldu. Uzun zaman geçti o da artık adada yaşamıyor ama bir kez adalıysan nereye gidersen git hep oralısındır...

Tahmin edeceğiniz üzere 'İstanbul'da Bir Turist' yazımın ikincisinde adalardan bahsedeceğim... Daha önceki yazımı okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

Yeğenimle rutinleşen rehberli İstanbul gezimizin bu seferki durağı "Kınalıada&Burgazada"ydı. İki adayı da tam tur dolaştık ve doğayla iç içe bir gün geçirdik. Keyifli olduğu kadar yorucu olduğunu da itiraf etmeliyim...

"Prens Adaları" olarak bildiğimiz İstanbul'un 9 adasını hatırlayarak başlayalım; Büyükada (Prinkipo), Heybeliada (Halkis/Halki), Burgazada (Antigone/Antigoni), Kınalıada (Proti), Sedefadası (Terevinthos/Terebintos), Kaşık Adası (Pita), Tavşan Adası (Neandros), Yassıada (Plati), Sivriada (Ohia/Oksiya). Adaların sadece beşinde düzenli yaşam var. Bunlar; Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve Sedefadası.

İstanbul'un en güzel ulaşım aracı olan vapurla geçtiğimiz Kınalı ve hemen yanındaki kardeş ada Burgaz'ı oldukça sıcak bir günde en tepelerine çıkarak selamlamanın haklı gururunu yaşıyorum...

Adaların toplamına "Prens Adaları" denmesi ise Roma imparatorluğu döneminden geliyor. Prenslerin, imparatorların ve imparatoriçelerin sürülüp manastırlara hapsedilmesinden dolayı Bizanslılar bu adalara "Prens adaları" demiş ve günümüzde öyle söylenmeye devam ediyor.

İçlerinde şehre en yakın olan ada KınalıadaKınalıada'nın Roma dönemindeki ismi Proti, 'Proti' ilk demek. Karaya yakınlığından dolayı bu isimle anılmış. Osmanlı döneminde ise toprağının kırmızı olmasından kaynaklı Kınalıada denmiş. Biz hala bu ismi kullanıyoruz. Yazının kalan kısmına çektiğim fotoğraflarla devam edelim...

Ermeni ustaların 1900'lerin başında yaptığı nefis köşklerden biri.

1964 yılında ibadete açılan Kınalıada Camii'nin ilginç bir hikayesi var. Mimarisiyle farklı bir yapı olarak göze çarpan camide, dikey değil yatay mimari uygulanmış.

Caminin ilginç hikayesi ise; 2. Abdülhamid dönemin ünlü mimarı Raimondo D'aranco'ya Karaköy'de bir cami yaptırmış. Bu muazzam cami yıllar sonra Menderes döneminde Karaköy meydanını genişletmek için yapılan çalışmalarda plana engel olmuş... O dönem Kınalıada'da yaşayanların bir cami isteği varmış. Mükemmel çözüm bulunmuş ve camiyi parçalara ayırıp, adaya nakledip orada tekrar inşaa etmek kararı verilmiş (!) Gemiye yüklenen parçalar adaya gitmek üzere yola çıkmış. Yolda yan yatan gemideki bütün taşlar denizin dibini boylamış. Karaköy Camii'nden kalan iki parça ise fotoğrafta gördüğünüz gibi caminin avlusunda duruyor.

Hristos Rum Manastırı adanın tepesindeki muazzam yapı... İlk yapıldığı yıllarda bir dönem yetimhane, bir dönem askeri karargah olarak kullanılmış ve günümüze kadar korunabilmiş bu güzel yapıyı bakım çalışmaları bitmediği için ziyaret edemedik ama kendisi için ilk fırsatta tekrar gitmeye niyetliyim...

Hristos Rum Manastırı...

Surp Krikor Lusavoric Ermeni Kilisesi  Temeli 1854'te atılan kilise, yazları tatil için gelen cemaat için yapılmış. Prens Adaları içinde tek Ortodoks Ermeni Kilisesi.

Burgazada iskelesinde bizi karşılayan Sait Faik heykeli...

Ayios İoannis Rum Ortodoks Kilisesi Aziz Vaftizci Yahya'ya adanmış bir kilise...

 Ayios İoannis Rum Ortodoks Kilisesi. Bu kilisenin yerindeki ilk kilisenin, İmparator Teophilosun karısı Theodora tarafından Burgazada'nın ünlü sürgünü din adamı Methodius'un mahkum edildiği hücrenin üstüne inşa ettirildiği biliniyor. Kiliseyi ziyaret ederken alt katındaki Methodius'un 7 yıl boyunca mahkum edildiği zindanı görmek ilginç bir deneyim oldu bizim için... 

          Sait Faik Abasıyanık Müzesi "Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey..." Babasının yazlık olarak aldığı evde, ömrünün son dönemini geçiren Sait Faik Abasıyanık'ın, annesine vasiyeti yönünde Darüşşafaka'ya bağışlanan ev müze olarak ziyarete açık.

      Aya Yorgi Manastırı Manastırın Bizans döneminde kurulduğuna inanılıyor...

Aya Yorgi Manastırı. Küçük ama ihtişamlı yapısıyla kilisenin iç kısmı 

Ve son olarak bize aşağıdan göz kırpan güzel Madam Martha Koyu...

Not: Fotoğraflar şahsıma aittir.

İnstagram adreslerim: 
storybysevil / 1sevilozdemir

Sevil Özdemir




Yorumlar

  1. Adsız7/19/2022

    Mükemmel bir bilgi için teşekkür ederim 🙏😘

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim. Beğenmenize sevindim 😇

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...