Ana içeriğe atla

Geçmişe açılan “pencere”

Geçmişe açılan pencerelerle dolu hayatlarımız. Birçok anıda o pencereler dikilir karşımıza... Bazen isteyerek bazen zorunlu bazen de tesadüfen o pencereleri açıp bakmışlığımız vardır geçmişe doğru... Ne güzel günlerdi denilen anıların yanında, bir daha karşılaşmayı ummadığınız, bilinçaltının en derinine ittiğiniz şeylerle de karşılaşmak olasıdır bu pencerelerin açıldığı o kocaman boşlukta...

Peki, hiç ummadığınız bir gün sıkıca kapattığınız o pencereden, unutmayı başaramadığınız hayatınızın aşkı içeri girse neler olurdu? Öylece unutulur muydu yaşananlar yoksa mücadele mi edilirdi ikinci bir şans için? Bunca zaman sonunda değişmeden kalabilir mi iki insan? Peki hiçbir şey yaşanmamış gibi tekrar birlikte olabilirler mi? Oyun Atölyesi'nin sezon sonunda sahnelemeye başladığı "Pencere" oyununu izledikten sonra aklıma takılan sorulardan bazıları bunlardı...

"Pencere" sahneleneceğini duyduğum andan itibaren beni heyecanlandıran ve itiraf etmeliyim ki, beklentimin yüksek olduğu bir oyundu. Her ne kadar beklentimin yüksek olduğu tiyatro ve filmlerde genelde hayal kırıklığına uğrasam da yine de umudumu hiç kaybetmem. Sevdiğim yönetmen ve oyuncuların yer alığı projelerde yine de heyecanlanırım. Söz konusu Haluk Bilginer ve Esra Bezen Bilgin olduğunda da bu durum değişmedi...

David Hare'in yazdığı Pencere, orjinal adıyla "Skylight" 1995 yılından beri sahnelenen ve büyük beğeni toplayan bir oyun. Birçok kez "Tony" ödüllerine aday gösterilen oyun, aynı zamanda "Olivier En iyi Oyun Ödülü" sahibi...

Birkan Uz'un başarılı yönetimi, David Hare'in usta yazarlığı, ince espirileri ve bütün oyun boyunca (hatta oyun bittikten sonra da) seyirciye sorgulatmayı başaran kaleminin yanına iki usta oyuncu Haluk Bilginer ve Esra Bezen Bilgin'i ve yardımcı role de yetenekli ve umut vadeden genç oyuncu Kürşat Demir'i eklediğimizde ekipçe ne kadar da güzel bir iş yapmışlar demekten kendini alamıyor insan…

Sahnede ayrıntıların düşünülmesini seviyorum, Oyun Atölyesi'ndeki bu oyunda ve daha önceki oyunları Nehir'de de aynı etkiyi hissetmiştim. Mutfakta yapılan şeylerin (çay, yemek...) sadece göstermelik değil gerçekten yapılması sahnedeki kokunun seyirciye ulaşması, gerçeklik algısını harekete geçiriyor ve seyirci olayın içindeymiş hissine kapılıyor ki bence bu çok özel bir his... Bu düşünceyi harekete geçirenleri kutluyorum...

Haluk Bilginer'in oyunculuğunu tartışacak değilim. Her oyunda olduğu gibi burada da rolüne kendini kaptırmış durumda ve yazarın sağladığı malzemeyle inanılmaz bir performans sergiliyor... Onu sahnede izlemek büyük bir şans...

Sizde de olur mu bilmiyorum ama benim ilk seferde çok beğendiğim oyuncularla ilgili bundan sonra ne yapsa izlerim gibi bir sahiplenme güdüm var... Esra Bezen Bilgin'de bu listenin içinde. İlk olarak "Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince Ama Şimdi İyi" oyununda izleyip hayran kaldığım oyuncu daha sonra izlediğim sinema filmlerindeki başarısıyla ve bu oyunda Haluk Bilginer'in rolü gereği coşkulu oyunculuğu karşısında hiç ezilmeden dimdik oyunculuğunu göstermesiyle beni yine yanıltmadı...

İdealist genç bir kadının kendisinden yaşça büyük eski sevgilisinin tekrar karşısına çıkması ve ikisinin de ilişkilerini, geçmişi, hayatı, geleceği sorguladıkları zaman zaman hüzünlendiren, bazen de kahkahalar attıran güzel bir oyun izlemek isterseniz "Pencere"yi kaçırmayın derim... 

Bu sezon geç kalsanız da bir yerlere not edin. Gelecek sezonun en iddialı oyunlarından birini izlemeyi listenize ekleyin...

Geleceğe açılan pencerelerinizin çoğalması dileğiyle...


İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...