Ana içeriğe atla

Leyla Taşçı'nın hikayesi...

             

"Ben, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde denk geldiğiniz binlerce kadından biriyim... 'Hayatımı yazsam roman olur' derler ya, öyle… Valla..."

Tanıtımında yer alan bu cümlelerle... Seray Şahiner'in yazdığı, İlham Yazar'ın yönettiği ve Nihal Yalçın'ın oynadığı, "Antabus"u Tatbikat Sahnesi'nde izleme şansına eriştim. Şans diyorum, çünkü gerçekten çok az oynayan bir oyun Antabus... Nihal Yalçın'ı daha önce sahnede seyretmedim ama kendisinden beklentim oldukça yüksekti. Performansı beklentimin de üstüne çıktı diyebilirim... Leyla Taşçı'nın hikayesi… Her zaman duyduğumuz artık neredeyse sıradanlaşan 3. Sayfa haberlerinden sadece biri... Belki de değil...

Leyla'nın hayatına tanıklık ederken, aslında ne kadar da yakınımızda buna benzer hayatlar yaşandığını ve duyarsızlığın, aman aile işine karışılmaz vah vah! Yazık! söylenmelerinin ve sıcak evlerimizde otururken ahkam kesmelerin nelere mal olabileceğine tanıklık ediyorsunuz aslında... Kadının değersizliği, erkek egemenliği, en namuslu geçinenlerin bile üç kuruşa nasıl değiştiği... Kısacası hepimizin gayet iyi bildiği ama bir şekilde hayatımıza devam ettiğimiz zamanları Leyla tokat gibi yüzümüze vuruyor... "Annem hasta olsa bakarım ama ölse üzülmem" diyecek kadar sevgisiz büyümüş en çok da annesinden destek aramış bir kız çocuğu o... Yaşadıklarında en çok annesini suçlayan bir kadın...

Peki nedir bu Antabus? 
Alkolden tiksindirdiği belirtilen, kronik alkol tedavisinde kullanılan bir ilaç. Antabusun oyunla ne ilgisi var diye merak ediyorsanız, izleyip görmenizi tavsiye ederim.

Duygu sömürüsüne bu kadar açık bir konuyu, zaman zaman esprili, zaman zaman duygusallaştıran, çok güzel bir dille anlatan Seray Şahiner'e, seyirciyi oyunun içine alan sahne tasarımına, yönetmenin başarısına ve en çok da Nihal Yalçın'ın seyircinin gözünün içine bakarak yaşattığı Leyla'yla ve yüzümüze bir kez daha vurulan gerçeklerle, güzel bir oyun izlemek isterseniz "Antabus"u Tatbikat Sahnesi'nde izleyebilirsiniz.


Yazıyı serbestiyet.com'dan okumak için;

İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...