Meltem, ustaca bir hareketle kahve tepsisini tek eliyle tutarken, diğer eliyle mutfak kapısını kapatıyor. Yürüyüşündeki sakinlik, evin her köşesine yayılarak bana doğru geliyor. Kısa bir an yüzündeki anlayışlı tebessümün içimi ferahlatmasına izin veriyorum. Elindeki tepsiyi benim uzandığım koltuğun yanındaki sehpaya bırakıyor. Sehpayı bana biraz daha yaklaştırıp kendi fincanını alarak, karşımdaki tek kişilik koltuğa oturuyor.
Gözüm, Meltem'in eve girer girmez açtığı balkondan gelen esintiyle hareket eden tüle takılıyor. Açık gri tül, havalanıyor. Havalanıyor. Sönüyor... Dışarıdan gelen kuş sesleri sanki baharı müjdeliyor ama onları duymazdan geliyorum. Uzun zaman karanlıkta kalmış da ışıkla ilk kez karşılaşmanın verdiği o kör edici his gibi, balkondan gelen temiz hava ciğerlerimi zorluyor. Televizyon ünitesinin üzerindeki toz tabakasına hızlı bir bakış atıp, onun önündeki şövaleye ve büyük ihtimalle yarım kalan resimler arasına girecek olan gün batımı tablosuna bakıyorum. Sadece bakıyorum. Tıpkı ciğerlerim gibi, hislerim de zorlanıyor...
"Bu evde en sevdiğim şey," dediği sarı berjer koltuğun içine iyice gömülen Meltem, sanki dünyanın en sıradan şeyinden bahseder gibi "Bazen düşünüyorum da; hiç, yoktan iyidir," diyor. Biraz canlanırım diye yanında getirdiği buhardanlığa damlattığı bergamot yağıyla, taze kahve kokusu arasında sersemlemiş hissediyorum. Uzandığım yerden kendimi kazıyarak oturur pozisyona geçiyorum. Koltukta uzanırken üzerime örttüğüm kırmızı-siyah kareli battaniyemin içinden zorlukla sıyrılıyorum. Kaç gündür üzerime yapışan pembe ayıcıklı pijamalarım, yağlı saçlarım ve annemin atmaya kıyamadığı, babamın eskimiş bal rengi hırkasının içinde, yargılanmayacağımı bilmenin rahatlığıyla öylece oturuyorum. Meltem'in yanıma kadar çektiği sehpaya uzanıp, etrafta bolca olan kurşun kalemlerden biriyle saçımı topluyor ve kahveden bir yudum alıyorum. Kendimi biraz daha iyi hissediyorum. Oysaki, korkunç göründüğüme eminim. İki gündür yüzümü bile yıkamadım. Kimseyle konuşmuyor, doğru düzgün bir şey yemiyorum, annemin bile eve gelmesini istemedim. Ama Meltem başka. O, benim en yakın arkadaşım. Üniversitenin ilk günü tanıştık ve bir daha hiç kopmadık. Anlatırken gülme krizine girdiğimiz, birbirimizin en utanç verici anılarına sahibiz. O da babamı çok severdi. Meltem'in babasız büyüdüğünü öğrendiğinde, babam onu karşısına alıp "Bundan sonra Nazan ne ise, sen de osun. Bunu sakın unutma!" demiş ve onu en babacan tavrıyla kucaklayıp, hepimizi ağlatmıştı...
"Ne demek istiyorsun?" diyorum söylediğinden bir anlam çıkarmaya çalışarak. "Yani diyorum ki; bir şeyin hiç olmaması, var olan bir şeyi kaybetmekten daha iyi. Düşünsene, ben babamı hiç tanımadım. Onu kaybetmekle, senin babanı kaybetmen aynı şey mi? Ayrıca, Salim amcayı tanıdıktan sonra kaybetmek, olmayan babamı kaybetmekten çok daha acı... O, benim, babam olmasını isteyeceğim tek insandı," diyor yüzüme bakarak, anladığımdan emin olmak istiyor. Zeytin karası gözlerindeki buğuda kayboluyorum. Bunları tüm kalbiyle söylediğini biliyorum. "O da seni, en az benim kadar severdi. Biliyorsun," diyorum. Babamın, kocaman kalbinde hepimize yer olduğuna bizzat şahitim. "Evet! Hatta bence daha da fazla severdi" diyor göz kırparak. Gülümsememe engel olamıyorum. Kaç gündür, ilk kez içimde bir sıcaklık hissediyorum...
Kendimi, çaresiz, küçücük bir kız çocuğu gibi hissederek "Meltem" diyorum. "Yokluğuna alışabileceğimi hiç sanmıyorum. Bu, çok büyük bir boşluk..." Bunu sadece onun anlayacağını biliyorum. Oturduğu rahat koltuktan kalkıp, boş fincanları tepsiye yerleştiriyor. Yanıma oturuyor ve bana sıkıca sarılıyor. Öylece duruyoruz. Bir şey söylemeden, söylenecek bir söz kalmadığını bilerek... Benim iyi olduğumu hissettiğinde, kendini geri çekiyor. "Salim amca kokuyor bu hırka," diyor ve ona dokunur gibi nazikçe kolumu seviyor. Sonra dikkatini düğmeler çekiyor. İliklenmiş düğmelerin arasında bir boşluk var. Nereye baktığını anlayınca "Düğmelerden biri kopmuş," diyorum. Meltem, parmağıyla bir süre kopan düğmenin ilik kısmındaki boşlukla oynuyor. Buğulu gözlerini silip, burnunu çekiyor. Sonra benim de dikkatimi oraya vermemi sağlayan bir hareketle kopan düğmenin olduğu yeri gösteriyor. Yokluğu erken yaşta öğrenenlere has hüzünlü sesiyle "Bak!" diyor. "Bu kopuk düğme var ya, o, Salim amca. Bu boşluk ise onun yokluğu... Başka hiçbir düğme, onun gibi bu boşluğu dolduramaz. Ve biz, iliklerine uyan diğer düğmeler gibi birbirimizi tamamlayarak, o boşlukla yaşamaya alışacağız..."
İnstagram adreslerim:
Yorumlar
Yorum Gönder