Ana içeriğe atla

Kökleşen Acılar

 

"Neden, geçmek bilmeyen bir acıya sahibim?" diye sorduğunda, psikoloğu, "İyileşmek; dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya doğru gerçekleşir," demişti, oysa boşandıktan sonra, bunun geçmesi için her şeyi denemişti. Ayrıca bu ortak kararlarıydı, ortada öyle kaotik bir durum da yoktu. Kendini akarsuya bırakır gibi sosyal çevresinin genişliğine bırakmış; akşam yemekleri, partiler, flörtler, alışveriş çılgınlığı, sinema günleri hatta bir keresinde annesinin altın gününe bile katılmıştı ki bu büyük bir hataydı, kabul ediyordu. Neredeyse hiç yalnız kalmamış, taşındığından beri tam olarak yerleşmeye bile fırsat bulamamıştı. Anlamıyordu...

Herkes onu iltifat yağmuruna tutuyor, harika göründüğünden, bu kadar çabuk toparlamasına hayranlık duyduklarından bahsediyorlardı. Ona göre toparlanacak bir şey yoktu ki, sadece hayatına devam ediyordu. Yakın arkadaşı Sibel pek böyle düşünmüyordu gerçi ve bunu birkaç kez söylemeye çalışmış ama o dalgaya alıp kızı susturmuştu. "İnkâr ettiğin her acı, derinlere kök salıp seni de zamanla aşağıya çeker. Umarım kendine bunu yapmazsın," demişti bir keresinde. "Anladım. Sen, benim ısrarla kötü olmamı istiyorsun," diyerek gücendirmişti onu, bakışından anlamış ama gönlünü almaya çalışmamıştı. Kızgındı, o da diğerleri gibi iltifat etse ölür müydü? Bir süredir canı psikoloğuyla da görüşmek istemiyordu; o da Sibel'den farklı değildi. "Duygularınızdan kaçmak için, sosyal çevrenizi kullanıyor olabilir misiniz?" diye sormuştu en son görüşmelerinde. Ne saçma bir soruydu bu böyle? Neyse ki bunlara fazla takılmamış, kaldığı yerden devam etmişti. Gerçi eskisi kadar keyif almıyordu bu tempodan. "Gerçekten keyif alıyor muydum?" diye sorgulamaya başlamıştı.

Bazı geceler, hatırlamadığı rüyaların etkisiyle uyanıp, hıçkırarak ağlıyordu. Sanki içinde birikmiş su birikintileri varmış da zamanla dışarıya akmak istiyorlarmış gibi geliyordu. Tepesinde bir yorgunluk bulutuyla dolaşıyor ve o bulut tüm hareketlerini sınırlıyor gibiydi bir süredir… Artık mecbur kalmadıkça dışarı çıkmıyor, işlerini evden yürütüyor, kimseyle görüşmek istemiyordu. Romantik komedi filmlerini izlerken bile kendisini ağlarken buluyor, buna sinirlenip daha çok ağlıyordu. Moda ikonu havası da kalmamış saçlarını kalemle tutturuyor, neredeyse eşofmanla günlerini geçiriyordu. Açıkçası ne kimse umurundaydı ne de o kimselerin ne düşündükleri...

Sanki içindeki acı ete kemiğe bürünmüş de beni gör artık diye bağırıyordu. Buna daha fazla karşı koyamadı. Sonunda karşısına oturdu ve dinledi. Aldığı kararlar, işi, evliliği, yapılan hatalar, kırgınlıklar, görmezden gelmeler ve kopan bağlar... Konuşmasına izin verdi, dinledi onu. Sıra kendine gelince o da döktü içini, ağladı... Gecenin karanlığında balkona çıkıp, avazı çıktığı kadar, acının köklerini içinden söküp çıkarana, sesi kısılana kadar bağırdı. Ve yorgun düşüp yatağına gittiğinde, uzun zamandır uyumadığı kadar güzel, deliksiz bir uykuya daldı.

Sabah, kendini daha canlı hissederek uyandı ve güzel, ferahlatıcı bir duş aldı. Özenle hazırladığı kahvesi elinde balkona çıktı. Baharın tatlı serinliğini, o nefis canlandırıcı kokusunu içine çekti ve "İnşallah gece beni burada gören olmamıştır," diyerek gülümsedi. Neyse ki boş bir araziye bakıyor düşüncesiyle rahatladı ve sandalyesini çekip oturdu, aylardır anlamlandıramadığı ve en sonunda ete kemiğe bürünen acısı gitmişti, bunun verdiği ferahlık tüy gibi hafifti... Aklından gönlünü alması gerekenlerin listesini yaptı. Eski kocasıyla da bir veda konuşması yapmayı ekledi listeye. Bütün hücrelerini bu kokuyla doldurmak ister gibi kahvesini kokladı. Bu bir tılsım olmalı, diye düşündü. Kahvesinden bir yudum aldı ve yutmadan biraz bekledi. Hafif acımtırak tadın bıraktığı buruklukla, hayata başka bir gözle bakmanın karıştığı o anda, psikoloğun ne demek istediğini anladı. İyileşmek böyle bir şeydi. Dışarıdan değil sadece içeriden gerçekleşebilirdi...


Yazıyı cunkukadiniz.com'dan okumak için;


İnstagram adreslerim: 

Nisan 2025/İstanbul
Sevil Özdemir


Yorumlar

  1. varlığı bilinen fakat görmezden gelinen her soru bir vakitte cevaplanana dek insanın içinde bir yerlerde kalacak. Çok güzel betimlemelerle yazmışsınız.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...