Ana içeriğe atla

Küçük şeyler

Son zamanlarda çoğunlukla yaptığım gibi, balkondaki yerime oturmuş bahçedeki mandalina ağacını seyrediyorum. Meyveleri, günlerdir o davetkar sarı-turuncu rengine büründü. Eskiden olsa koşarak yanına gider daha eve getirmeden iki üç tanesini dalından koparmanın zevkiyle yerdim. Şimdi ise canım istemiyor... 

Babamın fideyi getirip, bahçeye diktiği günü dün gibi hatırlıyorum. Büyümüş mü diye her gün balkona çıkıp kontrol edişimi, boyum yetişmediği için onun koparıp bana uzattığı ilk mandalinayı nasıl coşkun bir sevinçle yediğimi de... İçimdeki özlem mandalinanın tatlı-ekşi tadına karışıyor. Bir uçak geçiyor. Gitmeyeceğimi bile bile uzaklara mı gitsem? Diye düşünüyorum... Uçak gidiyor, ben babamın hatırası ağaca bakmaya devam ediyorum. Tatlı bir sonbahar serinliği teğet geçiyor, ürperiyorum. Annemin balkon için bıraktığı şalı alıp sarınıyorum. İşte bu koku! Bütün kokulardan baskın geliyor. Yüz yıllık parfümünü değiştirmemek için direnen tek insan olabilir diye düşünüyorum... Tam o sırada yeşil ve sarı renklerin arasında mavi bir şey gözüme çarpıyor. O ne diye dikkatle bakarken bir muhabbet kuşu olduğunu görüyorum. Onu ürkütmemek için bir an nefesimi tuttuğumu fark ediyor ve sakince bırakıyorum. Salonun balkon kapısı gürültüyle açılarak dikkatimi dağıtıyor ve kuzenim içinde kahve fincanları, sular, eski bir kitap ve annemin meşhur çikolata topları olan bir tepsiyle kocaman gülümseyerek yanıma geliyor. Tepsiyi masaya bırakıp, kapıyı kapatmak için dönerken yüksek sesle "duyduğuma göre yine tahtında tembel tembel oturuyormuşsun" diyor. Kaş göz işareti yaparak içeriyi yani annemi gösteriyor. Gülümsüyorum. Telaşla ağaca bakıyorum. Kuş gitmiş, suratım asılıyor. Kuzenim ne oldu der gibi dikkatle yüzüme bakıyor. Az önce, ağaçta mavi bir muhabbet kuşu vardı
diyorum. Gitmiş.
-Umudun rengi yani diyor.
-Ne rengi?
-Diyorum ki mavi umudun rengi, üstelik bir de kuş, güzel yani üfff! Bir şeyi de tek seferde anlasan, kendimi Türkçe açıklamalı sözlük gibi hissediyorum. "Tamam tamam kusura bakma" diyorum gülerek. Bu umutlu hallerini, her şeyden bir anlam arayışını ve ona takılmayı seviyorum. Varlığı, ruhumda biriken kasvetli tortuyu süpürüyor... Ben bunları düşünüp kendisine minnet duyarken o, "kahveni soğutma bakayım" diyerek, tepsideki kitabı alıp karıştırmaya başlıyor. Eski olduğu her halinden belli olan kitabı işaret ederek
-o nerden çıktı? Diyorum. Kahveden bir yudum almamla suratımın aldığı hale gülme
sırası ona geçiyor.
-Elinin ayarı yok senin! Bu kadar şeker koyulur mu hiç kahveye? Bir elinde kitap diğer
eliyle bütün ortamı göstererek.
-Aman ağzımız tatlansın biraz, yeter bu kadar kasvet! Bu aradaaa teyzemin okuyup sakladığı fi tarihinden kalma bir kitabını buldum. Üstelik altını çizdiği cümleler var. Çok heyecanlandımm. Okuyorum hazır mısın? Diyor müsamereye hazırlanmış küçük bir kız çocuğu gibi. Çocukken kıskançlıktan pırasa diye dalga geçtiğim uzun ve dümdüz saçlarını havalı bir şekilde arkaya atıyor ve son derece ciddi bir tavırla "Bu dünyada küçük şeyler yoktur. Bakmasını bilen göz için her şeyin bir anlamı vardır." Diyor. Okuduğu cümlenin ciddiyetini anlamaya çalışır gibi işaret parmağını çenesinde tutarak uzaklara bakıyor. Bu hali komik geliyor, gülüyorum o da gülüyor ve bir süre neşelenmek iyi geliyor. Demekki fi tarihinde annem için "Secret" kitabı buymuş diyorum hala gülerek.
-Bu pozitif bakış açımı teyzemden almış olmam kaç puan peki?
- Yüz puan diyorum güvenli bir neşe çemberinin içinde... 
Kahvelerimizi içiyor ve bir süre sessizce oturuyoruz.
-Senin için üzülüyor diyor sessizliği bozarak.
-Biliyorum.
-Bu kayıp onun da kaybı.
-Biliyorum.
-Devam etmen gerek.
-Biliyorum. Sadece o gücü nasıl bulacağımı bilmiyorum.
-Haftalardır evden ve hatta bu balkondan çıkmadın. Küçük bir adımla başla... Gerisi gelecektir. 

Cevap vermiyorum ama onun beni anladığını biliyorum. Yerinden kalkıyor, yanıma gelip benimle aynı yöne bakıyor. Eğilerek omzuma sıkıca sarılıyor, sonbaharın tatlı-serin havasında gözümden dökülen yaşların, yüzümde yanardağ lavları gibi yakarak yol almasına izin veriyorum. O, bana göstermeden yüzünü elinin tersiyle siliyor ama burnunu çekişini gizleyemiyor. Tekrar doğruluyor, tepsiye boş fincanları, bardakları ve ikimizin de yemediği çikolata toplarını yerleştiriyor ve tek kelime etmeden, buna gerek olmadığını bilerek salon kapısını açıp odaya giriyor. Annemin şalına ve kokusuna sarınmış halde biraz daha oturuyorum... Mavi muhabbet kuşunun bildiği bir ağaca gelip, güvenle konmasını izliyorum. İçimde bir umutla ona "hoş geldin" diyorum. Kuzenimin özellikle masada bıraktığını bildiğim kitabı elime alıyorum, üstünde "Küçük Şeyler" yazıyor. Yerimden yavaşça kalkıp, salonun kapısını açarak anneme sesleniyorum "Annee benimle yürüyüş yapmaya gelmek ister misin?"


İnstagram adreslerim: 

Ekim/2024/İstanbul
Sevil Özdemir


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...