Ana içeriğe atla

Güneşin Sofrası'nda ziyafet var!

Son günlerde yaşadığımız olayların şaşkınlığını hâlâ üstümüzden atamamış ve her dakika öğrendiğimiz bilgilerle şaşkınlığımız artarken, sosyal medyada karşıma çıkan Emil Cioran'ın "İnsan bütün bildiklerine rağmen, bütün bildiklerine karşı her gün yeniden başlar." sözü birkaç gün önce izlediğim ve yazmayı düşündüğüm ama gündemi takip etmekten fırsat bulamadığım yazımı yazmak için uygun bir zaman diye düşündürdü...

Sahnede izlemekten her zaman keyif aldığım ve sanat için çabasına saygı duyduğum sevgili Genco Erkal'ın yeni oyunu "Güneşin Sofrasında Nazım ile Brecht"i zar zor yer bularak, izleme şansı bulduğum için keyifle gittim ve mekanın atmosferinde yine beklentilerimin üstünde bir performans izleyerek çıktım...

Yaz akşamları çoğunlukla konser programlarına tanık oluruz, tek tük de olsa Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda sezon oyunları da oynanır ama yeni oyunla yaza giriş yapan pek tiyatro yoktur. Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu bu anlamda da farkını ortaya koyarak değişik mekanlarda açık havada oyunlarını sergilemeye devam ediyor... Aranızda seyreden var mı bilmiyorum ama birkaç sene önce Eminönü’ndeki Tarihi Ali Paşa Han'da Tülay Günal ile birlikte sahneledikleri "Yaşamaya Dair–Bursa Cezaevi’nden Mektuplar" oyununu izlemiş, oradaki oyunculuk ve atmosfere de hayran kalmıştım...

Tarihi mekanlara ilgim her zaman fazla olmuştur. Hemen hemen her tarihi yer ve mekan geçmişte burada yaşamış insanları düşündürür ve ben de o havayı soluyup orada olmanın nasıl bir his olduğunu düşünmeye bırakırım kendimi... Gittiği tatillerde orayı da görmeliyiz, burası da çok önemli diyerek arkadaşlarını kilometrelerce yollarda sürükleyenlerden biri olduğumu da inkar edemem. Neyse ki beni kırmayan ve en az benim kadar meraklı arkadaşlara sahibim. Bu da benim büyük şansım...

Tarihi yerlere merakım böyle yerlerde izlediğim her şeyi sihirli hale getiriyor... Ve kendisi bir tiyatro sihirbazı olan Genco Erkal söz konusuysa daha da yukarılara tırmanıyor... Şimdiye kadar izleyip de beğenmeyen var mı bilmiyorum ama yaşımın yettiği kadar izlediğim her oyununda okullarda öğretilecek bir oyunculuk sergileyen ve bence kesinlikle yaş almayan bir insan olan Genco Erkal'ı sahnede bir kez de olsa izlemenizi canı gönülden isterim...

Nazım Hikmet ve Brecht tutkusuyla bilinen Genco Erkal, bu sefer sevdiği ikiliyi aynı oyunda buluşturmayı tercih etmiş... Nazım ve Brecht'in şiirleri, Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Cem Karaca, Tarık Öcal, Edip Akbayram, Timur Selçuk, Kurt Weill, Hans Eisler gibi müzik ustalarının eserlerine ses veren Tülay Günal'ın güzel sesiyle buluşuyor... Seyirci ise bu atmosferde kendisini kaptırıp gidiyor... Moda'daki tarihî "Mahmut Muhtar Paşa" konağının bahçesinde sahnelenen oyunun gizli kahramanı ise bu tarihi konak... Usta oyuncular binayı da oyunun içine katmayı çok güzel başarıyor hatta bahçedeki kediler, gökyüzündeki martılar ve hayal edebildiğiniz her şey sizinle birlikte o bahçede oyuna dahil oluyor...

Tülay Günal'dan bahsetmeden geçemem... Uzun zamandır Dostlar Tiyatrosu'nda Genco Erkal ile çeşitli oyunlarda yer alan yetenekli oyuncu bana kalırsa en iyi müzikal oyuncularından biri... İnanılmaz güzel sesi ve yorumu, kılıktan kılığa giren ve hepsinin hakkını veren oyunculuğu ama hepsinden önemlisi partneri gibi duayen bir oyuncu karşısında ezilmeden rolünün hakkını vermesiyle beğendiğim ve saygı duyduğum bir oyuncu...

Boğmayan, sıkmayan, hayal gücünüzü canlandıran, mis gibi deniz havasında, pırıl pırıl gökyüzü altında, güzel müziklerin arkadaşlık ettiği, tarihî binanın, kedilerin, martıların rol aldığı, dışarıda ne kadar mütevazıysa sahnede o kadar devleşen oyuncular eşliğinde kendinizi ödüllendirmek isterseniz, fırsat bulursanız yaz boyunca sahnelenecek "Güneşin Sofrasında Nazım ile Brecht"i izlemenizi tavsiye ederim...

Huzurlu günlerde buluşmak dileğiyle...

Yazıyı serbestiyet.com'dan okumak için;

İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

"Ömrüm" bir Cem Karaca öyküsü...

"Bazı şeyler eskimez. Eskiyenlerin yanında yepyeni durur. Süslü püslü yalan yanında çırılçıplak gerçeğin ta kendisidir bazı insanlar. Bkz. Cem Karaca" yazmış sevenlerinden biri Youtube' daki şarkılarından birinin yorum kısmına...  Ne güzel bir tespit diye düşündüm ilk okuduğumda... Bir sanatçıya söylenebilecek en güzel sözler değil mi sizce de? Cem Karaca'yı oldum olası sevmişimdir. Duruşunu, hakkında söylenen onca söze rağmen bildiğini yapmaktan vazgeçmeyişini, sanatını, dünyanın değiştiği gibi kendisinin de değişebilmesini tabi ki en çok yorumculuğunu...  Burada Cem Karaca'yı anlatmaya kalksam buna bilgim yetmez, benim bahsedeceğim bu hafta sonu izlediğim bir gösteri hakkında...  Doğumundan ölümüne dek, eserlerinden örneklerle hayatının konu alındığı "Bir Cem Karaca Öyküsü" olarak tanımlanan "Ömrüm" isimli tek kişilik müzikli gösteri... Oyuncu ve Müzisyen Renan Bilek 'in müzikteki ustam dediği Cem Karaca ’yla çalıştığı dönemdeki anı...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...