Ana içeriğe atla

Pedofillerin sanal dünyası #Cehennem


Geçen akşam Devlet Tiyatrosu'nda Jennifer Haley'in yazdığı, usta oyuncu Metin Belgin'in yönettiği #Cehennem oyununun galasındaydım...

Kendimi gala seyircisi olarak görmesem de hakkında çok şey duyduğum bu oyunun benim programıma uyan başka tarihi olmadığından, büyük bir merakla izleyiciler arasında yerimi aldım. Amerikalı genç yazar Haley'in, Los Angeles ve Londra'da oynadığı dönemlerde ortalığı sallayan oyunu, 2015'te Broadway ile aynı tarihlerde Türkiye'de oynaması gerçekten gurur verici... Başta uyarmam gerekir ki, orijinal ismiyle "Nether" #Cehennem herkese hitap eden bir oyun değil. Biraz bilim kurgu, biraz sanal dünya, biraz pedofili... İnsanı oldukça düşündüren diyaloglar içermekte... 

Oyunun tanıtımında "#Cehennem düşüncelerinizi kodlayan, yaşamı gerçeklikten koparan ve şiddet dürtüsünü tetikleyen sanal dünyanın gelecekte duygularımızı da ele geçirme boyutlarını bilim kurgu atmosferinde tartışıyor" deniyor. Hikaye gelecekte geçiyor. İnsanların sanal gerçeklik bağımlısı olduğu bir dünyada, kendisi gibi pedofillerin fantezilerini istedikleri gibi yaşayabilecekleri sanal bir dünya oluşturan bir adamın polis tarafından sorgulanma hikayesi... Sanal ortamlar, çevrimdışı bilişim alanları, sanal üniversiteler, devlete ait çevrimdışı bir kuruluş "#cehennem" gerçek hayattan kaçıp sığınılan sanal gerçeklik mekanı "kuytu" gerçek dünyanın bu kadar duygusuz olması benim suçum mu? Diyerek yaptıklarının sonucunda bedel ödemeyecekleri bir hayatı tercih eden insanlar ve gerçek olmayan bir şeyin içinde insan neden bu kadar zaman harcar ki? Diye sorgulayan bir kurum...

Bana göre yazar, rahatsız edici bir konuyu (pedofili) üstelik cinsellik imgesi kullanmadan gerçek dışına taşıyıp, sanal dünyada işleyerek çok zekice davranıyor... Son zamanlarda gördüğüm en iyi tiyatro metinlerinden biri diyebilirim hatta film yapılabilecek kadar sağlam bir metin... Devlet tiyatrolarında böyle bir oyuna yer verilmesi takdir edilmesi gereken bir konu olsa da ne yazık ki benim beklentimi karşılamadığını itiraf etmem gerekiyor... Her zaman emeğe saygı duyulması gerektiğine inanırım ve oyunda emeği geçen herkesi yürekten kutlarım. Yine de özel tiyatrolara göre imkanların oldukça fazla olduğu bir tiyatroda, daha etkili bir ışık ve dekor tasarımıyla seyirciyi sanal dünyanın içine çekmesini beklediğim gibi oyunculukların da daha etkili olmasını arzu ederdim...

Görsel sanatların göreceli olduğunu iyi bilen biri olarak, bunların şahsi yorumum olduğunu belirtiyor, her şeye rağmen etkileyici bir oyun izlemek isterseniz bu sezonun yeni oyunlarından #Cehennem'i izlemenizi tavsiye ediyorum...


İnstagram adreslerim: 

Sevil Özdemir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kan bağı olmayan kız kardeşler...

Kız kardeş candır, kandır, dosttur...  Bir de kan bağı olmadan kardeş bildiklerin vardır. Onlarla öyle şeyler yaşar ve paylaşırsın ki fark etmeden aile olursun... Beraber büyürsün, öğrenirsin, dinlersin, akıl verirsin, sevinirsin, üzülürsün... Kimseyle paylaşmadıklarını paylaşır, kimseye anlatılmayanların seninle paylaşıldığını bilirsin. Zaman önce güvenmeyi, sonra güvenine en sadık kalanların kız kardeşler olduğunu öğretir... Sonsuz bir güvenle sırtını yaslarsın. Bilirsin ki kardeş candır, candan zarar gelmez... Sonra aile genişler, evlenip çoluk çocuğa karışılır... Görünce gözlerinin ışıldadığı, görmediğinde içini sızlatan yeğenler doğar, sevgiyle büyürler... Aile büyüdükçe paylaşımlar artar, bağlar derinleşir... Bir sıkıntın olsa bilirsin ki kimse yoksa onlar var. Bu duyguyu dünyalara değişmezsin... Çünkü, bu dünyanın en güven verici şeyidir... Onların karşına çıkması tesadüf değildir. Bunu hep bilirsin... Kız kardeşler kandır, candır, varlığına hep şükredilenlerdir... K...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...