Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Rümeysa ve Kızları

  Bir varmış, bir yokmu ş .  Bir zamanlar ,  bize çok ama çok uzak ülkelerden birinde genç ve güzel bir kız yaşarmış. O ülkedeki her genç kız gibi ,  beyaz atlı bir prens beklese de onun asıl hayali kendisine ait sıcacık bir yuva kurmakmış.   Kısmet bu ya ona prenses gibi hissettiren genç bir adama sevdalanmış. Daha önce de dediğimiz gibi bu genç kızın gözü pek yükseklerde değilmiş. Yanii... Henüz değilmiş. Annesinin, kızına zengin bir damat bulma hayallerini yıkarak ,  çalışkan ve iyi kalpli bu genç adamla evlenerek hayalindeki sıcak yuvaya kavuşmuş. Bu yuvada iki tane de güzeller güzeli kız dünyaya gelmiş. Bizim buralarda ,  “ K uzguna yavrusu şahin görünürmüş , ” derler. Bu kızlar da annesine öyle görünmüş. Bize çok ama çok uzak ülkedeki bu kızın rüya gibi yaşamı ,  kocasının bir kaza sonucu hayata veda etmesiyle son bulmuş. İşte hepimizin çok iyi bildiğini sandığı ‘ Külkedisi ,’  masalı da tam olarak böyle başlamış. Kocası bu hayatı terk-...
En son yayınlar

Kelebek Uçuşu

  7 Haziran 1983 Sevgili günlük, içimde kelebekler uçuşuyor. Sevdiğin insanla yuva kurduğunda böyle oluyormuş demek… Evimizde ikinci günümüz. Düğün harika geçti, onu bir ara anlatırım. Bugün Çanakkale'deki yazlıklarına gidiyoruz. Sadece ikimiz. Rüyada gibiyim. Çanta hazırlamaya gidiyorum, görüşürüz. Gözleri dolmuş, kalbi özlemle çarparak, ilk sayfasını bile okumayı tamamlayamadığı günlüğü, ayağının yanına bıraktığı kol çantasının içine yerleştiriyor. Babası bu defteri verirken “Annenin evlendiğimizde tutmaya başladığı günlüğü buldum,” demişti son ziyaretlerinde, "Benim itlik yaptığım zamanlardı. Annen ve sen beni değiştirdiniz. Okurken bunu unutma lütfen," diye eklemişti gözlerini kaçırarak. "Deniz göründüüü!" diye arka koltukta sevinç çığlıkları atan çocuklarının heyecanı, onu kendi çocukluğunun yazlarına götürüyor. Ailece geldikleri yaz tatillerinde, dönüş yaklaşınca gitmemek için yaptığı huysuzlukları anımsıyor. Annesinin yokluğu bir kez daha kalbini sızlatıy...

Mahir Bey’in Kalemi

  Rahmetli Mahir bey, çok görgülü bir beyefendiydi. Bu şımarık çocuklar nasıl onun torunu olabilir? Hafsalam almıyor. Siyah kadife kutuyu açıp, görücüye çıkarır gibi beni gururla arkadaşlarına gösterirken, Japonya seyahatinde gördüğünü ve o an vurulduğunu anlatırdı. Herkesin hayran bakışları eşliğinde dolaşırdım odayı. Kimse elini uzatmaya cesaret edemez, uzaktan bakmakla yetinirlerdi. Hiç kıyamazdı bana Mahir bey, Allah'ın rahmeti üstüne olsun. Ahh ne günlerdi... İlk zamanlar evli değildi tabii, bayağı gençti. Belli ki bir sevdiği vardı. Beni mürekkebe batırır tam hevesle yazacakken, bir satır yazar, yazdığını beğenmez, buruşturup atardı kağıdı. Ne aşk mektupları yazdık beraber, helali hoş olsun. Çok beyefendi bir insandı. Bütün iş seyahatlerinde beni de yanında gezdirirdi. Uçakta, restoranda nerede aklına bir şey gelse hemen notlar alır, ben de o esnada etrafı seyrederdim. Çok yer gördüm sayesinde, çok... Uzak Doğu’dan b...

Umudun Rengi

  Selin, uzandığı şezlongda hasır şapkasının gölgesinden seyrettiği gökyüzüne bakarak, "Ne kadar umutlu bir mavi," diye düşündü. Tam o sırada, daha önce varlığını fark etmediği bir bulut kümesi görüş alanına girerek, telaşsızca dans etmeye başladı. Pamuk yığınına benzeyen bulutlar, sonsuz maviliğin içinde biraz nazlanarak süzüldü ve sonra geldiği hızla gözden kayboldu. Güneş ışınlarının bedenine hücum ettiğini hissettiğinde, "Bulutların veda dansı," diye söylendi. Neyse ki güneş kremini sürmeyi ihmal etmemişti.  Eylül sakinliğinin yaşandığı sahilde, uzaktan gelen hafif müzik sesi, denizin kıyıyı sakince okşaması, güneşin bile anlayışla dokunduğu bedeniyle uzanmış, aylardır eline alıp alıp bıraktığı kitabı sonunda bitirmişti. Hüzünlü bir kitaptı bu. Belki de bu yüzden bir türlü bitirememişti. İsimsiz bir kadının, onu hatırlamayan adama olan aşkını anlattığı bir mektup, son mektuptu… Gözlerini kapadı ve kadının yaşadığı ümitsizliği, hayal kırıklığını ama yine de vazge...

Kaybolan Manzara

  "Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın Sarıldım kadehlere, derman olur diyerek Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın..." Nesrin Sipahi'nin sesi, baba yadigarı gramofondaki plaktan tatlı tatlı etrafa yayılıyor. "Kalmadı tesellisi" diyor "Ne şarkının, ne sazın," balkona kurduğu çilingir sofrasında, mavi-beyaz çizgili pijaması ve beyaz atletiyle oturmuş, çok az görünen deniz manzarasına kadehini kaldırıyor, "Sarıldım kadehlere, derman olur diyerekkk..." İçindeki denizi dalga dalga coşturan şarkıya, tüm benliğiyle eşlik ediyor. Yazdan kalma o eylül akşamında, tatlı bir esinti kadehini yalayıp, kulağının arkasından süzülüyor. İçi ürperiyor. Karısı olsa "Üşüteceksin Hilmi Bey, üstüne bir şey giy!" diye söylenirdi. Ona karşılık verir gibi "Ne var sanki bu havada üşütecek. Mis gibi hava, miss," diyor. Kafasını kaldırıp yıldızlara bakıyor. Yıldızlar onu göz kırparak selamlıyor. Nered...

Babamın Hırkası

Meltem, ustaca bir hareketle kahve tepsisini tek eliyle tutarken, diğer eliyle mutfak kapısını kapatıyor. Yürüyüşündeki sakinlik, evin her köşesine yayılarak bana doğru geliyor. Kısa bir an yüzündeki anlayışlı tebessümün içimi ferahlatmasına izin veriyorum. Elindeki tepsiyi benim uzandığım koltuğun yanındaki sehpaya bırakıyor. Sehpayı bana biraz daha yaklaştırıp kendi fincanını alarak, karşımdaki tek kişilik koltuğa oturuyor.  Gözüm, Meltem'in eve girer girmez açtığı balkondan gelen esintiyle hareket eden tüle takılıyor. Açık gri tül, havalanıyor. Havalanıyor. Sönüyor... Dışarıdan gelen kuş sesleri sanki baharı müjdeliyor ama onları duymazdan geliyorum. Uzun zaman karanlıkta kalmış da ışıkla ilk kez karşılaşmanın verdiği o kör edici his gibi, balkondan gelen temiz hava ciğerlerimi zorluyor. Televizyon ünitesinin üzerindeki toz tabakasına hızlı bir bakış atıp, onun önündeki şövaleye ve büyük ihtimalle yarım kalan resimler arasına girecek olan gün batımı tablosuna bakıyorum. Sadece b...

İçimdeki Yaz

  Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve "En az on beş sene olmuştur," diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. "Peruş'un hediyesi" diye de not düşmüş. Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip "Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma," diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. "Kıskanç Serap" diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftak...

Kökleşen Acılar

  "Neden, geçmek bilmeyen bir acıya sahibim?" diye sorduğunda, psikoloğu, "İyileşmek; dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya doğru gerçekleşir," demişti, oysa boşandıktan sonra, bunun geçmesi için her şeyi denemişti. Ayrıca bu ortak kararlarıydı, ortada öyle kaotik bir durum da yoktu. Kendini akarsuya bırakır gibi sosyal çevresinin genişliğine bırakmış; akşam yemekleri, partiler, flörtler, alışveriş çılgınlığı, sinema günleri hatta bir keresinde annesinin altın gününe bile katılmıştı ki bu büyük bir hataydı, kabul ediyordu. Neredeyse hiç yalnız kalmamış, taşındığından beri tam olarak yerleşmeye bile fırsat bulamamıştı. Anlamıyordu... Herkes onu iltifat yağmuruna tutuyor, harika göründüğünden, bu kadar çabuk toparlamasına hayranlık duyduklarından bahsediyorlardı. Ona göre toparlanacak bir şey yoktu ki, sadece hayatına devam ediyordu. Yakın arkadaşı Sibel pek böyle düşünmüyordu gerçi ve bunu birkaç kez söylemeye çalışmış ama o dalgaya alıp kızı susturmuştu. "...

Oyun sevdası

Kızı içeriden "Anneee! Sarı bluzumu bulamıyorum" diye sesleniyor. Suna, elindeki telefondan gözünü ayırmadan "Kirli sepetinde olabilir" diye karşılık veriyor. Bu aşamayı geçerse işi kolaylaşacak, hiç bu kadar ilerlememişti. Nazlı, bir hışımla salona girip, buruşuk bluzu annesinin yüzüne doğru sallayarak "Anne yaaa! Daha iki gün önce sana kızlarla buluştuğumuzda bunu giyeceğimi söyledim ve yıkamanı rica ettim. Sen de tamam demedin mi?" diye bıkkın bir sinirle söyleniyor. Ekrandaki renkli şekerlerin beş tanesini yan yana getirip patlatarak, zorlu bir aşamayı geçmenin verdiği muzaffer gülümsemeyle başını kaldıran Suna, kızının yüzüne doğru salladığı bluzun, az önce patlattığı şekerlerle aynı renk olduğunu gördüğünde bu bir işaret olmalı diye düşünüyor. "Sarı renkleri daha çok yan yana getirmeliyim!" Yüzüne dik dik bakan kızını daha fazla kızdırmamak için "Unutmuşum Nazlıcım, sen kısa programla makineyi çalıştır, bitince kurutucuya atarız, akşam...